17 Ekim 2012 Çarşamba
SERBEST ÇAĞRIŞIMLI GÜNDEM
Ay'a çıkan ilk insan Neil Armstrong olarak öncelikle Felix'i kutlarım ancaaaaaaaak öyle sponsorlar eşliğinde dallama gibi bombalama atlayarak o işler olmaz,giymişinn kıyafetiiiiii neymiş efendim 7 milyon kişi şuan beni izliyor,muhteşem bilmem ne !! Ulan n'aptın it !!! balonla beleşe çıktın yukarı , saldın kendini aşağı , bi havalar bi tavırlar bi hareketler.Ben aya çıktım bu kadar tantana yapmadım ay diyom bak ay boru değil. Salaaaaaa bak !!! SAKSI MIYIM LAN BEN BURDA NEİL BÜYÜKBURÇUM BEN !!!! 2 saatte çıktın yukarı 5 dakikada indin mal !!! Bir de utanmadan elinde tiviiiit , yazıyo . Doğru mu Samet ? Samet: doğru . Ben sizi Ay'a kaçta çağırdım ?
4'te gelin dedim.Siz kaçta geldiniz 4:15'te .Ay'a çıkan ilk insanı 15 dakika beklettiniz.Sonra bir de atlamış dünyaya bacak bacak üstüne şekilde.Öyle atlanır mı !! Nerde örf ve adetlerimiz,bak şimdi olay nerelere kadar geliyo.Felix'in bu kulüpten alacağı var mı ? Samet : yok .Yüksek sesle söyle , bağır duysunlar. SAMET : yok . yook. Hee tamam kamuoyu duysun !!! .Son dakika haberi olarak Felix'i f-16'lar eşliğinde ANKARA ESENBOĞA havalimanına zorunlu iniş yaptırmışız .Cebinden vivident çıkmış,vivident sakız diyip geçmeyin bir gökdeleni havayı uçuracak kimyasal bileşimlere sahip derken Atilla TAŞ yam yam style formasıyla 90 metreden vuruyor ,Vholkanis Demirelos'un(he is a best greek goalkeeper,öteleyin beyler) bakışları arasında top ağlarla buluşuyor ve Macaristan 3. golü buluyor.Maçtan sonra İdris Naim Şahin Pakistan milli takımıda böyle goller yiyebiliyor diyor.Araya giren Rüştü gol yemem surf yerim diyor,muhabbet burda sıçmaya başlıyor,ANNE BABAYA ÇOK SELAM , İYİ GÜNLEEEEER !!!
23 Mart 2012 Cuma
22 Mart 2012 Perşembe
İSTİNYE PARK ŞİİRİ
İstinye Park İstinye Park ,
Hayatımda görmedim senin gibi bir park.
Alt katlarında memurlar,Üst katlarında kodamanlar,
Sen nasıl bir kültür mozağisin İstinye Park,
Amcalar aileleriyle geliyor altlarında Doğan,Kartal,Şahin
Meydana bir çıkıyorsun her yer Ferrari,Maserati,Aston Martin.
Sen yiyorsun Saray'da tavuk-pilav yanında ayran
''Masa'' da açıyorlar Moet & Chandon'u 1000 türk lirasından.
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül... ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen paralarımız sonra helal.
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istinye park.
Anne babaya çok selam,İyi günler..
A be teknoloji n'aptın bize !!!
Hep arkadaşlarıma bahsediyorum kötü bir döneme denk geldik diye.Nasıl yani diye sorduklarında genelde aynı cevabı veriyorum.1984 doğumluyum ve lise son mezuniyetimde çekilen fotoğraflar filmli makineyle çekilen fotoğraflardı.Üniversite mezuniyetimde ise bilmem kaç megapikselli dijital makine ile fotoğraflar çekildi.Şimdi ise direkt cep telefonundan çeşitli efektler ekleyerek çekebiliyorsun.Cep telefonun icadı ve hızla gelişmesi desen o da bizim döneme denk geldi.Nokia 5110,3210 Ericsson T 28 , Panasonic GD90 derken, 10 sene içinde, sıçtığımız anın fotoğrafını çekip aynı anda bu fotoğrafı Obama'ya gönderebilecek bir kıvama geldik.Mirc ve icq'da ilk contayı zorlamaya başlamıştık, yonja,80630 gibi sitelerde piştik,twitter ve facebook ile beraber ise komple kafayı yedik hayırlısıyla.Bu kadar teknolojik gelişmeyi 18 ile 28 yaş aralığında yaşadım ve bu 10 sene bana 50 sene gibi geldi.Kendimi yer yer 40 yaşında hissediyorum şuan.Her yerden bilgi akıyor gibi hissediyor insan ve beyinde artık yer kalmıyor patlama noktasına geliyor.Ve bu durumdan en karlı psikologlar ve psikiyatristler çıkıyor.Bundan 25 sene önceki psikoloğun kazancı ile şu an ki psikoloğun kazancını karşılaştırınca ortaya nasıl bir sonuç çıkar siz tahmin edin.Bu kadar hızlı gelişen teknoloji ; ikili ilişkilere de yeni bir boyut kazandırdı haliylen.Kıskançlık kavramı ise yepyeni bir boyut kazandı.Sosyal ağlar üzerinden kıskanılan olaylar artık komedi halini aldı bir nevi.Maço delikanlı sevgilisine facebook açtırtmıyor,Kıskanç kız ise uyuduğunu sandığı sevgilisini reina'da cin-tonik içerken yakalıyor filan.Garip garip olaylar sinsilesi alıyor başını gidiyor.Yeni başlamak üzere olan ilişkilerde ise sosyal ağlar CİA ajanı görevi görüyor.Hoşlanılan kişinin seceresini döküyorsun ortaya ve ordan yürüyorsun ilişkiye.Kavga edip trip atacaksan artık o kişinin yanında olmasına bile gerek yok.Atıyorsun bir tweet yada yazıyorsun bir ileti, sevgilin dünyanın diğer ucunda da olsa alıyor mesajı.Eskiden bir kızla tanışmak zordu ama tanımak için bir zaman harcıyordun ve ilişki gerçekten birbirine anlattıklarınla şekilleniyordu ve belki yine bu yüzden eskiden ilişkiler daha sağlam oluyordu.Şimdi tanışmak ve sevgili olmak daha kolay olsa da bu bir artı değil çünkü kavga edip ayrılmak ta bir o kadar kolay oluyor.2 kez gördüğün insanla 35 yıllık arkadaşmışsın bir samimi oluyorsun 2 günde.Sonra tabii gerçekten nasıl bir insan olduğunu anlayınca kesiyorsun muhabbeti 2 günde.Zaman kaybına dönüşüyor olay.1 hafta boyunca aralıksız mesajlaşıyorsun, yan yana bir geliyorsun konuşçak bir şey kalmamış mal gibi bakıyorsun suratına.E ne oldu elde var 0.Herşeyi sınırında ve dengeli yapmak lazım.Teknolojiyi yerinde kullanırsan eyvallah işine yarar ama sen teknolojiyi bambaşka amaçlar için kullanırsan döner dolaşır bir tarafına girer o teknoloji.Facebook'tan başladığın ilişki bir bakmışsın yine facebook'ta bitmiş.Şimdi ki evlilikler bile bu kadar çabuk biterken eski zamanlardaki evlilikler nasıl bu kadar uzun sürmüş.Cevabı çok zor değil kendi babamdan biliyorum, adam anneme üniversite yıllarında sadece 500 tane mektup yazmış, bir emek var ortada.Biz napıyoruz anasını satayım,facebooktan fotograflara bak güzelliği tescille,twitter'dan yazdıklarına bak akıl kapasitesini tescille, harcadığın emek 20 dakika.Ondan sonra da başla yardırmaya . Sonra neden olmuyor !! olmaz tabii a.k !!! nasıl olsun !!! valla sinirlendim şimdi yine !!!! neyse koy verin rahvan gitsin !! bu arada Ajdar'ın '' ŞAHDAMAR'' isimli şarkısını dinlemenizi tavsiye ediyorum.Bir baş yapıt. Anne babaya çok selam,iyi günler.
1 Mart 2012 Perşembe
BEYİN BEDAVA
Bloğunuzu canlı tutmak takipçileriniz için en önemli olaylardan biriymiş.Yazı,şarkı,video gibi postlarla bloğun devamlılığını sağlamak gerekirmiş filan filan bir şeyler.Bir kaç gündür hiç post atmayınca kendimi kötü hissettim.Arada İzmir'e de gelince bir konsantrasyon sorunu yaşadım haliylen.Ama yine de sizleri düşündüm ve muhteşem bir yazı kaleme almak istedim.Herkese de kaleme almak istedim yazmam,sadece özel bir durum olduğunda bu deyimi kullanırım.Böyle de cool bir herifim.27 yaşındayım.Yer yer tedirginim.İşte bahsettiğim konsantrasyon sorunu böyle bir şey.Yazı nerden başladı,nereye geldi,ulen n'oluyor dedirtiyor adama.Neyse gelelim asıl konumuza.ÇILBIR.Aşağıda tarifini yazıyorum.
MALZEMELER
yumurta veya yımırta.(Şahsen yımırta diyen adama günahım kadar güvenmem.Bi samimiyetsizlik var orda.)
yoğurt
sarımsak veya sarmısak.(Tercihim sarımsaktan yana).
Margarin Thatcher
toz kırmızı biber
tuz (ezik)
HAZIRLANIŞI
Genişçe bir sahanın yarısına kadar su koyun, tuz ilave edin ve normal ateşte kaynatın. Kaynayan suyun içine elinizi sokun eğer eliniz yanarsa istenildiği kadar yumurta kırın ve kapağı kapatarak kayısı olana kadar bekleyin.Siz Çılbır yaptığınızı zannediyorsunuz ama burda gizli bir ''kayısı üretimi'' var aslında.Ama çaktırmayın.Sarımsakları döverek yoğurtla karıştırın.Sarımsağa kafa atmaya çalışmayın.Tabaklara önce sarımsakla yoğurdu koyun üzerine pişen yumurtaları kevgirle süzerek yerleştirin.Harlı ateşte margarin thatcher'i eritin.Harlı ateş ne demek diye sormayın bende bilmiyorum,Necati Ateş'i biliyorum o kadar. Toz kırmızı biberi ilave edin ve biber yanmadan yumurtaların üzerinde gezdirin.Çılbırı hazırlarken sevginizi katmayı unutmayın,yüzünüzde hep bir gülümseme olsun.Yumurtaları kırarken kahkaha atın.Herşeyi geçtim böyle bir yazıyı sonuna kadar okuduysan sen bitmişsin arkadaş.İçin kıyılmış.Kurumuş kalmışın.Allah yardımcın olsun.Yolun ışık olsun.Anne babaya çok selam.İyi günler.
24 Şubat 2012 Cuma
DURMAK YOK YEMEYE DEVAM !!!
Üniversite de bitirme tezimin konusu '' 1980 sonrası Siyasal İslamın Yükselişi'' idi. Tezimin ve sunumunun fransızca olması dışında bir sorun yoktu.Hocamla beraber konuya karar vermiştik benimde istediğim bir konuydu o zaman.İsteyerek ve severek yaptığım en son iş o bitirme tezimdi sanırım.Zaten ilgili olduğum bir konuda araştırma yapmaktan zevklisi yoktu.Aranızda siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler son sınıf öğrencisi varsa tezlerini seve seve yaparım arkadaşlar.Gelelim konumuza; Bildiğiniz üzere ne hükümetler geldi geçti,ne skandallar patladı.Çiller'in mal beyanında bulunmadığı ve bakanlık dönemindeki hızlı servetinin artışı,Civangate skandalı,İSKİ'de patlak veren rüşvet skandalları ve bununla beraber bilip bilmediğimiz niceleri.O dönemin hükümetleri sayesinde duyduk ''banka hortumlama'' kavramını.Ama ne oldu ? Seçimlerde hep bunların bedelini bu partiler ödedi.Şuan hiç birinin esamesi dahi okunmuyor.Ama durum muhafazakar kesimde böyle değil.Hiç düşündünüz mü ''Hacı'' lakaplı insanların neden hep pinti olup genelde çok zengin olduklarını.Kemal Sunal'ın adını hatırlamadığım bir filminde Ali Şen'in oynadığı bir Hacı tiplemesi vardı mesela.Kemal Sunal'a durmadan bir kağıt imzalatmaya çalışıyordu, zaten adamın 10 tane dairesi var,2 tane daha olsun diye.Daha yeni vefat eden Güllüoğulları Baklavaları'nın kurucusu Hacı Mustafa Güllü 85 yaşına kadar hala kasanın başında durduğu söylenir.Daha bunun gibi bir çok toplumsal çözümleme yapılabilir,değişik görüşler çıkabilir.''Hacı Dayı parayı mezara mı götürceksin '' diye bir söz bile var.Muhafazakar kesimin paraya olan aşırı düşkünkükleri çok aşikar ve olabilir de.Fakat işin içine partiler ve siyaset girdi mi iş değişir.Refah Partisi'nin ''Bosna'ya Yardım'' kampanyasında toplanan para bundan yaklaşık 10 sene önce nerdeyse 300 milyon dolar.Para Bosna'ya mı gitti? Hayır.Erbakan'a soruyorlar para nerde?Cevap ''insanlar inanmış vermiş sanane''.O zamanlar Erbakan'ın söylediği ama çok anlamının anlaşılmadığı bir cümle var.''Onların seçmenleri var bizim ise inananlarımız var''.Burdaki inanmak Allah'a inanmak diye kayıtsız şartsız bir oluşuma inanmak var.Bu yüzdendir ki örgütlenme işini en iyi muhafazakarlar yapar.Gelelim AKP'ye.Partiye cemaatten gelen yardım yetmemiş olacak ki ''Deniz Feneri'' diye bir kampanya başlattılar.Sonra ortaya çıktı ki toplanan para meğer direkt partiye gidiyor.Davalar açıldı göstermelik tutuklamalar oldu.Tam o sırada Ergenekon'un bilmem kaçıncı dalgası derken tutuklu olananlar salıverildi bir anda.Bizde öküzün trene baktığı gibi baktık yine.Bu sadece bizim bildiğimiz bir olay bilmediklerimizi siz düşünün.Bir,iki örnek daha vereyim.Medikal Park Hastaneleri'nin ortaklarından biri Emine Erdoğan.En büyük rakipleri kim o sektörde ? Acıbadem.Sahibi en son Mehmet Ali Aydınlar'dı.Adam baktı başa çıkamıyor gitti Singapur'da hisselerinin büyük çoğunluğunu sattı.El değiştiren medya kuruluşlarını saymayacağım.İnşaat sektörü desen resmen patladı.Dün bakkalı olan adamın şimdi Gökdeleni var.Hepsi 10 yıl içinde oldu bunların.Ülke çok güzel bir şekilde parsellendi.İzmir bile.İzmir'de AKP'nin en fazla oy aldığı tek yer Bayraklı.Gidin yarın İzmir'e Bayraklı'da yeni bir yaşam başlıyor adı altında dağın tepesine kulelerin yapıldığını göreceksiniz,yapan firmalardan bir tanesi yine Emine Erdoğan'ın öz yeğeni.Demem şudur ki Cumhuriyet tarihi böyle sistemli bir zenginleşmeye ve yemeye daha önce şahit olmadı.Eskiden zenginleşen sadece o parti ve yöneticileri idi.Ama şimdi geçtim yöneticisini 20.kuşaktan kuzeni dahil milyon dolarlık adam oldu.Bu ülke haksız zenginleşmenin cezasını hep sandıkta vermişti ama düzen artık değişti.Adamlar ne kadar yerse o kadar oyları artıyor.Son sözüm de ben AKP'li değilim ama İzmir gelişsin diye yerel seçimlerde AKP'ye vereceğim diyenlere.Melih Gökçek gibi biri mi gelsin istiyorsunuz.İleri demokrasinin ne demek olduğunu lütfen anlamaya çalışın.Eğer İzmir'in AKP ile gelişip sizinde yararınıza olacağını ve büyük bir değişim olacağını düşünüyosanız yanılıyorsunuz.Değişecek olan tek şey paranın İzmir'de el değiştirmesi olacaktır.Bırakın İzmir'in parası İzmirlide kalsın.Anne babaya çok selam.İyi günler.
21 Şubat 2012 Salı
NASIL ALDATAMADIM
Evlilikler için söylemiyorum ama evlilik dışındaki uzun ilişkilerde yaşanan kronik bir hastalıktır aldatmak.Tabii burdaki aldatmaya nelerin gireceği ise kız-erkek arasında hiç bitmeyecek olan bir tartışma konusu.Erkek ancak kendi bakış açısına göre seks yaptığında aldatmış sayılır kız arkadaşını.Onun dışındakiler serbesttir.Yine bir erkeğe göre kız mesajlaşıyorsa bile aldatmış sayılır.Bence yerinde bir bakış açısı bunlar :)) .Gelelim benim nasıl aldatamadığıma. Sene 2002. Yaşım 19. O yaşa göre uzun sayılabilecek bir ilişkim vardı.Üniversite hazırlık bitmiş yine Çeşme'ye demir atmışız.Yazı kazasız belasız geçirmişiz bir güzel.Eylül gelmiş ama gel gör ki benim dönesim yok daha anasını satayım.Nitekim dönmüyorum.Eylülün 15 olmuş ben hala Çeşme'deyim.Kız arkadaşım dönmüş İzmir'e ben hala lay lay lom Çeşme'de takılıyorum filan.Eylül'de Çeşme başka olur diye her yerde yazılar filan bende ulen dur bakalım ne oluyormuş diye kaldım.Kötü bir niyetim asla yoktu :) . O Eylül akşamlarından bir tanesinde artık o akşam yediğimden mi zehirlendim noldu bilmiyorum böyle içime bir şeytan kaçıverdi.Tesadüfen Çeşme'de olduğunu bildiğim eski bir arkadaşımı gördüm.Bir önceki cümleye dikkat lütfen '' Tesadüfen Çeşme'de olduğunu bildiğim.'' ba ba ba ba . Neyse işte o arkadaşla buluştuk biz bir şekilde.Telefon trafiği,sms derken filan.Sonra arabayla klasik Çeşme turu attık, zaten bomboş Çeşme rahat yani ortam, bir sıkıntı yok.Eylül değil Temmuz olsa işte o turu atamazsın öyle attırtmazlar adama.Biz bir güzel muhabbet eşliğinde arabayla deniz kıyısına kadar geldik müzik filan açık arabada oturuyoruz.Yeminlen daha oturuyoruz bak.Hiç bişi yok.Benimde gözüm telefonda çünkü kız arkadaşım arayacak muhtemelen napıyorsun filan diye.Bende hiç önceden bir plan yapmamışım bir baktım telefon çalıyor.Arayan kız arkadaşım.Ulen gerizekalı açma dimi telefonu bir planın yoksa ne açıyosun yani.Ben mal gibi açtım bir güzel telefonu.Naber,napıyorsun faslı bitti ve ilk o zaman şahit olduğum şerefsiz 6.His hortladı bir anda arkadaş.Tam demiştim içimden oh sağ salim kapatıyoruz telefonu diye ama kapatamadık.Sonrasını ise aşağıdaki diyaloglardan bizzat takip edebilirsiniz.
BEN: Tamam hayatım görüşürüz iyi geceler.
X : İyi geceler aşkım.He bu arada nerdesin sen.
(10 saniye duraklama)
BEN : Arabadayım hayatım.
X: Napıyorsun arabada?
BEN : Oturuyorum bir tanem.
X : Kimle oturuyorsun?
BEN: (içimden ruhuma fatihayı okumuştum o sırada) Murat'la oturuyorum aşkım.Öyle deniz kıyısına çektik arabayı muhabbet ediyoruz.
X : Versene Murat'ı telefona.
BEN (burda sauna etkisi,bir fiil terler boşalıyor,Pideci gibi terliyorum) Dışarıda hayatım Murat.İşemek için indi arabadan.
X : Tamam o zaman in arabadan telefonu kapatmadan yanına git.
Ben bu sırada transa geçtim arkadaşlar.Yaklaşık 1 dakika boyunca boyutlar arası yolculuk yaptım.Sonra bir an sinirlenip ;
BEN: Sen bana güvenmiyor musun !!!!!! Ne demek in arabadan telefonu kapatmadan yanına git !!! adam işiyor diyorum sana !!!! Gelsin işemesi bitince veririm telefonu ona !!!
diyorum ve telefonu kapatıyorum.Aklımdaki plan ise arkadaşım Murat'ın o an olduğum yere 5 dakikalık bir mesafede olması ve benim hemen onun yanına gitmem.Kız arkadaşım arayınca da telefonu Murat'a vereceğim.Kusursuz bir plan bence.Ulen dedim yırttın koçum. Hemen Murat'ı aradım durumu anlatıp hemen geleceğimi ve de kız arkadaşım ararsa açmaması gerektiğini söylemek için.Ulen arıyorum telefon meşgul Murat'ın.Herhalde düşündüğüm şey olamaz diyorum.Başka biriyle konuşuyordur diyorum 2 dakika sonra tekrar arıyorum bu sefer telefon çalıyor.
BEN : Alo Murat !! ben 5 dakika içinde geliyorum. X ararsa sakın açma gelince anlatçam.
MURAT : Merak etme oğlum hallettim ben.
BEN : Neyi halletin lan ?
MURAT : X aradı beni seni sordu.Bende tahmin ettim bi boklar çevirdiğini...
BEN : eee Murat ne dedin abi ?
MURAT : Erkenden eve gitti uyumaya dedim.
bu arada bana inme iniyor.
BEN: Ne dedin abi bir daha söyle bakayım.
MURAT : Yorgundu işte falan filan.Erkenden eve uyumaya gitti dedim.
BEN : Allah belanı versin Murat ! Ağzına sıçayım Murat ! Halletçeğin işe sokayım Murat ! Senin ben taaaa (biiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiip)
MURAT: Oğlum dur noldu ya?
BEN: (biiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiip)
telefonu kapattım.Kız arkadaşım arıyor.
X : Şerefsiz !!!!!!
BEN : ya sor bi neden Muratlayım dedim? Alo ,aloo , alooo
DIIIIIITT. Telefon suratıma kapanmış haliylen.
Y : Beni lütfen eve bırak !! Gerildim burda ya !!
BEN : Lütfen Sus !!!!!
ve Y' yi evine bıraktım.Böylece kız arkadaşımı aldatmamanın verdiği büyük bir moralle bardağa dolu tarafından bakarak uyudum.Anne babaya çok selam.İyi günler.
20 Şubat 2012 Pazartesi
Şövalyelikten Küçük Emrah'a geçiş
Kim bilir su ana kadar kac kovalamaca,kac tutku,kac karasevda,kac heves,kac ask acisi cektin.Herkes en az bir kere hayalkirigligi yasamistir.Sende yasadin.Cok fazla hayal kurarsan zaten kirip eline verirler o hayali.Kimsede demez ''ay ne guzel bir hayal bu haydi devam etsin'' diye.Hipnoz olmus gibi olursun, kendini kaybedersin, bir bakmissin elini daha vermeden kolu kaptirmissin.Seninde kaptirdigin oldugu degil mi? Hipnoz oldugun zaman bos bulundugun zamandir sicarlar agzina hemen. Seninde sictilar degil mi? Uzulme cok, muhtemelen senden once de onun agzina sicmislardir.Unutma farkinda olmadan sende fisini cektin birilerinin ama fisi ceken sen oldugun icin dogru olani yaptim dedin ciktin isin icinden.Insan genelde uzduklerini degil uzulduklerini hatirlar.Kim seni su ana kadar en cok uzen diye sorsalar isik hizindan daha hizli verirsin cevabi.Kimi uzdugunu sorsalar aval aval bakarsin kimi uzmustum lan ben diye.Gelelim benim en cok uzuldugum, hayalkirikliginin kelime anlami budur dedigim olaya.Anlatacagim olaydan sonra ''ay bu mu en cok uzuldugun sey'',''insanlarin basina neler neler geliyor'',''E sevdiklerini zamansiz kaybedenler napsin'' diyip kendinizi islak odunla dovulesi bir kivama getirmeyin cunku konu burda ikili iliskiler.O konular ayri bende yasadim herkes gibi o saydiklarinizi.Neyse gerekli ayari aldiginizi umarak anlatayim.2009'un Agustosunda askere gittim.Ankara'ya.Hem bildigim bir sehirdi.Hem sevdigim.Askere gidecek olan arkadaslarima zamaninda hem onlar icin hem kendim icin iddaali aciklamalar yapmistim.Sakin askere sevgiliniz varken gitmeyin.Sevgilisi varken gidenlere ''aptal misin oglum sen'' diye cikistiklarim bile oldu.Yukardakinin sopasi yok tabii insan kendini kiz arkadasinin arabasinda teslim olacagi birlige dogru giderken bulunca diyorsun icinden hey yavrum hey !! Sen degil miydin asan kesen,askere sevgilin varken gidilir mi lan diyen.Cit yok tabii kendinden.Mutlu musun Mutsuz musun onu bile ayirt edemiyorsun.Mutluysan ''nasil mutlusun ulen hayvan diyorsun'' kendine askere gidiyorsun sonucta nasil mutlu olasin.Diger yandan seni seven bir kiz arkadasin seni kislaya kadar birakiyor daha ne,sevinmen lazim diyorsun.Yani kisaca bardagin dolu tarafi neresi, bos tarafi neresi diye dusunup duruyorsun ki nafile cunku anliyorsun ki bardak bile yokmus ortada. Neyse onca kucukbas ve buyukbas hayvanla birlikte askerlige basliyorsun.Gulsem mi aglasam mi derken ortama uyum sagliyorsun,Bir bakmissin sende okuz olmussun ''ulen ne ara bende okuz oldum'' diye sorgulamaya baslarken,Bir duduk sesi ve hic beklenmeyen bir anda,ortada pozisyon bile yokken hakem penalti karari veriyor !! Sevgilin seni penalti noktasina dikmis.Hakem dudugu calinca da sutu cekecek.Gol de olsa auta da atsa bir sey degismeyecek, cunku her turlu o sut cekilecek.Buram buram bok kokuyormus gibi geliyor her yer.En kotu anlar zaten o anlar.Penalti karari cikmis yani hissediyorsun terk edilecegini ama daha atis kullanilmamis iste o ara cok kotu.Zifiri karanlikta yuruyomussun ve her an bir yerden pandik yiyecekmissin gibi bir got korkusu, icinde buyuyor da buyuyor .Bir yandan da salaktasin.Bir sey yokmus gibi ariyorsun konusuyorsun filan.Sonra bir bakiyorsun bu en kotu diye tabir ettigimiz arada kiz arkadasinin dogumgunu var.Zemin ve hava sartlari sovalyelige son derece elverisli.Degisik yollardan hediyeyi hallediyorsun.Tabii hediye normal sartlarda alinan hediyeden farkli cunku tutusma da var.Ne yaptigini bilmez halde bir degil bir kac hediye alip ceyizlik bogca gibi bir sey hazirlatiyorsun,aklin sira son bir hamle yapacaksin,Allah ne verdiyse aliyorsun utanmasan perdelik kumas filan alacaksin o derece.Hersey hazir, carsi iznini d.gunune denk gelen Cumartesi gunune yazdiriyorsun.Sabah 8'de cikiyorsun kisladan,direkt arabana atliyorsun yaninda da senin gibi bir deli daha var trabzonlu o da sevgilisini istanbul'da gormek icin seninle geliyor.(Askerde araba nasil oluyor arkadas diye soruyorsunuz simdi, sefa pezevengi olunca arabanda askere gelebiliyor seninle).Aksama tekrar Ankara'da olman gereken saat 17:00. 3 saat gidis-3 saat donus zaten en iyi ihtimal 6 saat.Istanbul'da en fazla 1,5 - 2 saat kalabilirsin.2 saatte riskli tabii ki.Olasi bir polis durdurmasinda Ankara'da askerligi yaptigin ortaya cikarsa hudut disinda bulundugundan alacagin ceza ve askerligin yanma ihtimali de cabasi.Gozun tabii bir sey gormuyor o sira doktor gozluk verse en az 6 - 7 numara miyop yada astimatsin.Ne yakini gorebiliyorsun,Ne uzagi.Isemek icin bile durmadan otobandan yardiriyorsun 2 bucuk saatte geliyorsun Istanbul'a.Kalp carptintisi ise zaten cabasi.Arkadasini sevgilisiyle bulusmak icin Atasehir'de bir cafe'ye birakiyorsun 1.5 saat sonra bulusmak uzere.Sende habersiz bir sekilde modern sovalye olarak geldigin Istanbul'da o an sevgilin mi degil mi o bile belli olmayan bir ortamda,her yonden iste risk budur aga edasiyla sevgilinin evine gidiyorsun.Asagidayken telefon aciyorsun.Stres yerini altina sicmaya birakti birakacak o sirada.Kiz arkadasinin ailesinin geldigini ve onlarla Avrupa tarafinda yemekte oldugunu ogreniyorsun,arkadan zaten sesler geliyor,kiz arkadasin senin geldigini ogrenince d.gunu icin ister istemez gozleri doluyor.Sen sadece onun gozleri doldugu icin bile icin kiyiliyor bir yandan da bak en azindan gozleri doldu diyip ic geciriyorsun.Aldigin hediyeyi ona vermesi icin bir arkadasina birakiyorsun.Dokunsalar aglayacaksin degil cunku dokunmamislar sana, kirmizi isikta gecen arabaya tirin carpmasi gibi carpmislar, her bir parcan yola savrulmus,mezara gomseler kimlik tespiti yapilamaz o an,icler acisi halin.Bir nevi kendi yarattigin bokun icinde boguluyorsun.Dönüp biraktigin yerden arkadasini aliyorsun.Senin yuzun zombieden hallice ama arkadasin 32 diş buggs bunny edasiyla siritiyor karsinda.Iyi ki geldik valla kardesim diyor.O sirada yaninda balta olsa direkt gireceksin agzina burnuna sinirden.Ama giremiyorsun aksine seviniyorsun,sevenleri bulusturmussun aslinda.Bir yanin Coskun Sabah oluyor,Bir yanin Kucuk Emrah.Yer yer Mahsun Kirmizigul oluyorsun bazen de Kayahan.Hayalkirikliginin kitabini yazmissin, götün götün dönüş yoluna koyuluyorsun Ankara'ya.Iste o yol hayatinin en zorlu yolu oluyor.Tekrar o askeriyeye dondugune mi yanasin,kiz arkadasini goremedigine mi yanasin.Zaten yanmissin dumanlar cikiyor heryerinden bir de yanindaki arkadasin soruyor ''Eee sen naptin'' diye.Ebenin a..ni yaptim diyesin geliyor.Sovalyenin atı,kılıcı,miğferi,kalkani,pelerini ne varsa ustune oturmussun,icinde hissediyorsun hepsini.Koskoca sşövalye; aleti,edevatiyla komple girmis sana kisaca.Yagmur semsiyesi degil kocaman bir plaj semsiyesi acilmis icinde.Bolu Dagi'na kafa atmak geliyor icinden donus yolunda.Girdigin tunelden cikasin gelmiyor.Boynun bukuk popstar Bayhan gibi giriyorsun o askeriyeye.Yiyorsa girme.Simdi icinizde sende ne salakmışsın diyen de vardır.Kaldı mı böyle herif diyende.Bu iki karsit dusuncedeki kiz ve erkekleri bir organizasyon yapip tanistirayim diyorum.Misyonum bu benim ''sevenler ayrılmasın''. Ümit Besen'i de konuk sanatçı olarak ayarlarım.Limonatanızı içer beraber dans edersiniz.Nasil iyi fikir dimi? Bu arada bu yaziyi yazdigim yer Almanya'da Nurnberg Havaalani (cep telefonuma not olarak kaydettiğim için türkçe karakterlerde sıkıntı olabilir kusura bakmayın).Diyeceksiniz ki ne alaka ! Haklisiniz ama bundan daha kel alaka bir sey varsa o da suan Nurnberg Havaalaninda Hakan Peker'i gormemdir.Yemin ederim herif o zincir kolyesiyle karsimda şuan lan.Anne babaya cok selam.Iyi gunler.
16 Şubat 2012 Perşembe
Kabullenmek mi,Kabullenmemek mi ?
Bu fotoğraftaki ellerini bağlayan kişi August Landmesser. 1910 dogumlu.1944 yilindan itibaren kendisinden bir daha haber alınamamış.
Fotoğraf ise 1936 yilinda Hamburg’da biten yeni bir geminin acilis töreninde cekilmis. August Landmesser o zamanlarda hüküm süren Nazi rejimiyle kötü tecrübeler edinmis. Yahudi bir bayanla evli olmasi ve yetmezmis gibi bir de iki cocugunun olmasi onun 2 senelik hapis cezasina carptirilmasina yetmis.Fotoğrafta herkesin nazi selamına durmasına karşın muhtemelen kabullenmemiş bu arkadaş.Hayır diyebilmiş,Dik durabilmiş.
Bu fotoğraf biraz da şuan Türkiye'nin içinde bulunduğu durumuda özetliyor sanki.Ne demişti Başbakanımız ''Bitaraf olan bertaraf olur'' . Bitaraf olanlar şuan 1124 gündür Silivri'de bertaraf oldu zaten.İtaat edeceksin,karşı çıkmayacaksın,yerini bileceksin,Fotoğraftaki koyunlardan olacaksın.Bunları yapacaksın ki ileri demokrasi işlesin.Başbakanımız ''Bunlar koyun bile güdemez''diyor.Doğru söylüyor çünkü kendisinden iyi koyun güden yok.Güttüğü koyunların oranı 2011 senesinde %50'ydi.Bu işini gerçekten iyi yaptığını gösterir.Buna kimse hiçbir şey diyemez.Olay August Landmesser gibi kabullenip kabullenememekte.Tabii yerse.Anne babaya çok selam,İyi günler.
15 Şubat 2012 Çarşamba
Devrimci Gençlik Köprüsü
Geçen sene bir arkadaşımın tavsiyesiyle izlemiştim Devrimci Gençlik Köprüsü'nü baya da etkilenmiştim.Birbirlerine yardım etmek için,Doğu-Batı arasındaki eşitsizliğe direnmek için Hakkari'de Zap suyu üzerinde yapılan köprünün hikayesini anlatılıyor bu belgeselde.Devrimci Gençlik Köprüsü'nün hikayesinden yola çıkarak; 68 ruhunu, direnme ve hayalleri gerçekleştirme gücünü yansıtmaya çalışıyor ve toplum için birşeyler yapabilmenin koşullarını
sorguluyor. Kimi kesimlerin çıkarlarına ters düştüğü için birbirlerine kırdırılan iki toplumun 68'lerdeki kaynaşmasına şahit oluyorsunuz.Aşağıda alıntısını yaptığım belgeselin nelerden bahsedip nelere ışık tuttuğunu okuyabilirsiniz.Bende bu belgeselin dvd'si var fakat heryerde bulunamıyor maalesef.İnternet üzerinden sipariş vererek belki bulabilirsiniz diye umuyorum.Sahibinden.com'dan yada gittigidiyor.com'dan bulma ihtimaliniz yüksek.Umarım okurkende , seyrederkende sizde barışa köprü olabilmeyi içinizden geçirirsiniz.Unutmadan da şunu söyleyeyim bu köprüyü inşaat etmek için gazetede yardım kampanyası başlatan isim ''Abdi İpekçi''.
1968'de yaşananlara dair yüzlerce hatta
binlerce öyküden sadece biri buHem bugünün tanığı genç bir insanın- yönetmenin- hem de geçmişin tanıklarının paralel anlatımlarıyla iki eksenli bir hikaye sunuluyor izleyiciye. Batılıların "68'de Türkiye'de de mi olaylar oldu?" sorusundan etkilenen yönetmen, genç nesillere, ya unutulmaya yüz tutmuş bir masal gibi ya da 'romantik başkaldırı' nostaljisiyle yansıtılan 1968'e dönüyor yüzünü.
Mekan
Hikayenin mekanı; Asya'yla Avrupa'nın kesiştiği bir coğrafya, bugünkü jeo-politik terimlerle Ortadoğu'nun Avrupa kapısı... Ve iki şehir: biri, yüzyıllardır imparatorluklar başkenti olma mirasını taşıyan fakat bugün 17 milyonluk nüfusuyla "büyük bir köy" görünümündeki İstanbul. Diğeri, Türkiye'nin İran ve Irak sınırında, 40 yıl içinde "unutulmuşluk" anlamındaki konumu neredeyse hiç değişmemiş olan "en uzaktaki kent" Hakkari.
Devrimci Gençlik Köprüsü, herşeye rağmen aynı topraklarda binlerce yıldır birarada yaşamanın getirdiği kadim birliğe dayalı, geçmişe ve geleceğe dair bir efsanenin sembolü aslında. Belgesel filmin cevabını bulmaya çalıştığı sorulardan biri de bu: Nasıl geçen bir kırk yıl, gerçekliği efsaneye dönüştürebilir?
1969 yılı...
Hakkari'de, geçit vermez Zap nehri canlar almaya devam ederken, İstanbul Boğazı'na ilk köprüyü yapma çalışmaları başlamıştır.
'68 gençliği içinden bir grup üniversite öğrencisi, ülkenin doğusu ile batısına eşit yatırım yapılması yaklaşımıyla İstanbul Boğaz Köprüsü'nün yapımına karşı çıkarlar. Bu karşı çıkışla; Boğaz Köprüsü yapımının ülkenin petrole bağımlılığını arttıracağını, başlamış olan iç göç sorununu arttıracağını, çevre arazilerde rant kavgalarının olacağını, Boğaziçi'nin doğal ve kültürel dokusunun bozulacağını, birinci köprünün ardından ikinci ve üçüncü köprülere gereksinim duyulacağını fakat bunların da ulaşım sorununu çözemeyeceğini, esas önem verilmesi gereken demiryollarının ve raylı sistemin ulaşım açısından daha verimli ve ucuz olduğunu savunurlar.
'Boğaz'a değil Zap'a Köprü'.
Diğer yanda ise, "kapitalizm/sosyalizm" tartışmaları çerçevesinde, ülkenin doğusundaki yaşama biçimine, orada feodal bir yaşantının olup olmadığına duyulan merak söz konusudur. Tüm bunlar, gençleri sembolik bir eylem etrafında biraya getirir: 'Boğaz'a değil Zap'a Köprü'. Hep birlikte, Zap nehri üzerine bir asma köprü inşa etmeye başlarlar. Bu çabaya ulusal gazetelerden biri olan Milliyet de katılır. Bir yardım kampanyası açılır. Kısa sürede inşası tamamlanan köprüye 'Devrimci Gençlik Köprüsü' adı verilir.
Köprü, Hakkarililer için '68 olayları sonunda idam edilen gençlik liderlerinin adlarıyla andıkları bir efsane haline gelir.Aradan geçen ve iki askeri darbe ile bir askeri darbe girişimini içeren yıllardan sonra, köprü, 1999'da kimliği bilinemeyen kişilerce havaya uçurulur. Film, "küçük bir köprüden kim korkar" sorusundan çok, Devrimci Gençlik Köprüsü'nün halkların dostluğuna yönelik anlamına yoğunlaşıyor.
Tanıklıklar
Filmde hikaye, köprüyü yapan 68'lilerin ve o dönemi hatırlayan Hakkarililer'in tanıklıklarıyla aktarılıyor. 68'lilerden Masis Kürkçügil, Ragıp Zarakolu, Yaşar Yılmaz, Faruk Pekin, Necati Sağır, Esat Yarar, Cihan Şenoğuz ve Hakkarililer'den dengbej Abdülkadir Kızılkaya, yerel araştırmacı İhsan Çölemerikli, yerel fotoğrafçı Enver Özkahraman, Yüksekova belediye başkanı Mehmet Salih Yıldız filmde yer alan isimlerden birkaçı.
Anne babaya çok selam.İyi günler.
1968'de yaşananlara dair yüzlerce hatta
binlerce öyküden sadece biri buHem bugünün tanığı genç bir insanın- yönetmenin- hem de geçmişin tanıklarının paralel anlatımlarıyla iki eksenli bir hikaye sunuluyor izleyiciye. Batılıların "68'de Türkiye'de de mi olaylar oldu?" sorusundan etkilenen yönetmen, genç nesillere, ya unutulmaya yüz tutmuş bir masal gibi ya da 'romantik başkaldırı' nostaljisiyle yansıtılan 1968'e dönüyor yüzünü.
Mekan
Hikayenin mekanı; Asya'yla Avrupa'nın kesiştiği bir coğrafya, bugünkü jeo-politik terimlerle Ortadoğu'nun Avrupa kapısı... Ve iki şehir: biri, yüzyıllardır imparatorluklar başkenti olma mirasını taşıyan fakat bugün 17 milyonluk nüfusuyla "büyük bir köy" görünümündeki İstanbul. Diğeri, Türkiye'nin İran ve Irak sınırında, 40 yıl içinde "unutulmuşluk" anlamındaki konumu neredeyse hiç değişmemiş olan "en uzaktaki kent" Hakkari.
Devrimci Gençlik Köprüsü, herşeye rağmen aynı topraklarda binlerce yıldır birarada yaşamanın getirdiği kadim birliğe dayalı, geçmişe ve geleceğe dair bir efsanenin sembolü aslında. Belgesel filmin cevabını bulmaya çalıştığı sorulardan biri de bu: Nasıl geçen bir kırk yıl, gerçekliği efsaneye dönüştürebilir?
1969 yılı...
Hakkari'de, geçit vermez Zap nehri canlar almaya devam ederken, İstanbul Boğazı'na ilk köprüyü yapma çalışmaları başlamıştır.
'68 gençliği içinden bir grup üniversite öğrencisi, ülkenin doğusu ile batısına eşit yatırım yapılması yaklaşımıyla İstanbul Boğaz Köprüsü'nün yapımına karşı çıkarlar. Bu karşı çıkışla; Boğaz Köprüsü yapımının ülkenin petrole bağımlılığını arttıracağını, başlamış olan iç göç sorununu arttıracağını, çevre arazilerde rant kavgalarının olacağını, Boğaziçi'nin doğal ve kültürel dokusunun bozulacağını, birinci köprünün ardından ikinci ve üçüncü köprülere gereksinim duyulacağını fakat bunların da ulaşım sorununu çözemeyeceğini, esas önem verilmesi gereken demiryollarının ve raylı sistemin ulaşım açısından daha verimli ve ucuz olduğunu savunurlar.
'Boğaz'a değil Zap'a Köprü'.
Diğer yanda ise, "kapitalizm/sosyalizm" tartışmaları çerçevesinde, ülkenin doğusundaki yaşama biçimine, orada feodal bir yaşantının olup olmadığına duyulan merak söz konusudur. Tüm bunlar, gençleri sembolik bir eylem etrafında biraya getirir: 'Boğaz'a değil Zap'a Köprü'. Hep birlikte, Zap nehri üzerine bir asma köprü inşa etmeye başlarlar. Bu çabaya ulusal gazetelerden biri olan Milliyet de katılır. Bir yardım kampanyası açılır. Kısa sürede inşası tamamlanan köprüye 'Devrimci Gençlik Köprüsü' adı verilir.
Köprü, Hakkarililer için '68 olayları sonunda idam edilen gençlik liderlerinin adlarıyla andıkları bir efsane haline gelir.Aradan geçen ve iki askeri darbe ile bir askeri darbe girişimini içeren yıllardan sonra, köprü, 1999'da kimliği bilinemeyen kişilerce havaya uçurulur. Film, "küçük bir köprüden kim korkar" sorusundan çok, Devrimci Gençlik Köprüsü'nün halkların dostluğuna yönelik anlamına yoğunlaşıyor.
Tanıklıklar
Filmde hikaye, köprüyü yapan 68'lilerin ve o dönemi hatırlayan Hakkarililer'in tanıklıklarıyla aktarılıyor. 68'lilerden Masis Kürkçügil, Ragıp Zarakolu, Yaşar Yılmaz, Faruk Pekin, Necati Sağır, Esat Yarar, Cihan Şenoğuz ve Hakkarililer'den dengbej Abdülkadir Kızılkaya, yerel araştırmacı İhsan Çölemerikli, yerel fotoğrafçı Enver Özkahraman, Yüksekova belediye başkanı Mehmet Salih Yıldız filmde yer alan isimlerden birkaçı.
Anne babaya çok selam.İyi günler.
13 Şubat 2012 Pazartesi
BİR TIK İLE 14 ŞUBATTA SEVGİLİNİZ OLSUN !
Kurumsal Hayat 102 !!!!!!!
11 Şubat 2012 Cumartesi
4 Temmuz 2004 Çeşme Sole Mare Faciası
Yaşı çok önemli olmayan bir İzmirli'ye Çeşme'nin önemi nedir diye sorsanız size 70'lik rakı eşliğinde neden önemli olduğunu tüm detaylarıyla güzel güzel anlatır.Çoğu İzmirli ilk kez Çeşmede öpüşmüştür,ilk kez Çeşme'de sarhoş olmuştur,ilk kez Çeşme'de araba kullanmayı öğrenmiştir,ilk kazasını Çeşme'de yapmıştır.İlk kez sevgilisini Çeşme'de aldatmıştır,ilk kez Çeşme'de aldatımıştır filan filan..Çoğu İzmirli'nin Çeşme'de unutamadığı en az 10 hikayesi vardır.Buda onlardan biri.Sene 2004 yaşım 20-21.Üniversite 1'deyim,yazları herzaman ki gibi Çeşme'deyim.Tüm arkadaşlarım ve ben ''teenage'' ve ''tiki'' kavramlarının kitabını yazıyoruz.Ehliyetler yeni alınmış,kimi ilk arabasını almış kimi annesinin yada babasının arabasına çökmüş,işimiz gücümüz yok,sorumluluğumuz yok,kafa rahat ötesi.4 Temmuz sabahı başımıza geleceklerden habersiz uyanmışız,kahvaltılar edilmiş ve futbolcu tayfasının daha istila etmediği ,gençliğimizi bitiren Sole Mare'ye gitmeye karar vermişiz.Gelelim hikayeye; Öğlen 2 gibi Dalyanköy'den ben,Murat,Cihan,kuzenim Oğuz ve bir kız arkadaşımız Sole'ye geldik.İskelenin çok hafif sol çaprazında minderlere oturduk incede inceden içmeye başladık.Yaklaşık yarım saat,1 saat sonra sadece benim ve Cihan'ın tanıdığı Ender,Efe ve Eren'i gördük.Efe ile yanımızdaki Murat gençliğin verdiği yabanilik ve artistlikle,geçmişte yapılan bir kaç halı saha maçının verdiği kıllıkla bir nevi hasım durumundalar.Ama gelin,oturun boşverin zaten başka yer yok derken gelip onlarda yanımıza oturdu.Biz bir anda 7 erkek 1 kız gibi abuk bir kız-erkek orantısıyla içmeye başladık.İlk dakikalarda arkadaşlar arasındaki suni gerginlik ''teenage'' içkimiz sex on the beach sayesinde yerini barış rüzgarlarına bıraktı.Güneşi en dik açıyla beynimize yediğimiz saatlerde kana giren alkol etkisini göstermeye başlamıştı.Ardı arkası kesilmeyen şen kahkahalar,espriler ayayorgi koyunda yankılanıyordu adeta.Alkol oranı arttıkça bizdeki volume'de artıyordu haliylen.Gülmenin yerini yer yer anırma almaya başlamıştı.Bir yandan cellat edasıyla , sırıta sırıta yanımıza yaklaşan garson yeni doğmuş çocuğa sütü dayar gibi bize shotları dayamaya devam ediyordu.Kontrolün elden gittiğini anlamaya başlamıştım ama nafile artık geriye dönüş yoktu.Cellat garsonun getirdiği her şişenin içindeki karışım başka renkteydi.Herif aklına koymuş bizi s.kecek o derece.En son getirdiği şişe benim renk olarak hatırladığım son şişeydi.Yeşildi şerefsiz :( . Ben şişeyi aldım shot bardaklarına gelişi güzel boşalttım herkes bi anda içti ve film orda koptu.Paralize olmuştuk adeta.İnsanlar bizden ciddi çekilde rahatsız olmaya başlamışlardı,homurdanmaya başlayanları hayal meyal duyuyorduk.O sırada Murat bir anda ayağa kalktı ve Usain Bolt deparıyla iskeleyi boydan boya kat edip,insanların şaşkın bakışları içerisinde denize atladı artık ok yaydan çıkmıştı.1-2 kişi daha iskeleden atlayıp kalanlar da normal yoldan denize girdi.Ben suda yüzümü yıkayıp 'kendime gelemiyorum', 'ıslandığımı hissedemiyorum' gibi demeçler verdikten sonra kıyıdan o kafayla baya açılıp denize içine kusup geri yüzmüştüm.Döndüğümde Murat'ın şapkayı ters takmış, bele kadar suya girmiş,elinde bir salım üzüm denizin içinden yürürken bir yandan kıyıdakilere üzüm atarken gördüm.Dedim oha.Sonra bağrış çağırış bir anda kendimi Ender'in omzunda buldum.Karşımdaki ikili ise yaklaşık 2 saat öncesine kadar birbirinden nefret eden ikili.Murat Efe'yi omzuna almış 40 yıllık arkadaş gibi bir sinerji oluşmuş ve bize gelin len buraya diye bağrıyor.İskelenin hemen önünde başlayan deve güreşi alkolün etkisiyle başlamadan herkesin düşmesiyle son buldu.Hep beraber yerimize geri dönüp hesabı istedik.Saat 6 olmuş etrafımızdaki herkes bizden vebalıymışız gibi uzaklaşmıştı.Yanımızda olan tek kız arkadaşımızın yüzünde sanki ailesini gözünün önünde katletmişler gibi dehşet dolu bir ifade vardı.Garson güle oynaya hesabı getirdi.13 şişe sex on the beach yazıyor hesapta üstünede 2 tane ikram getirmiş toplamda 8 kişi 1er litrelik şişelerden 15 şişe içtiniz abi dedi garson.Biz hesaba bakıyoruz hesap bize bakıyor.Hesap bir türlü denkleşmiyor.1 kol saati,1 cep telefonu ,1 kimliği akşam tekrar gelip hesabı kapatmak üzere rehin bırakıp çıkıyoruz Sole Mare'den.Sonrasında neler mi oldu? yaşanılan bu tarihi anları bizzat herkesin kendisinden dinliyoruz.
EFE: Sole Mare'den nasıl çıktık hatırlamıyorum.Cihan beni Dalyan'a bırakırmısın dedi.Ok dedim.Ben ,Ender Eren,Cihan Sole'den Dalyan'a gidene kadar 3 defa kustuk.Cihan'ın eve yaklaştığımda babasının imparator edasıyla bahçede beklediğini hesaplayamadık tabii.Yanlayarak siteye girmişiz bir baktık babası bahçede.''Aferin Aferin oğlum işte bu yüzden sana araba almıyorum '' diye bir azar duyduk.Zaten o sahne yüzünden Cihan'ın araba alması 1 sene ötelenmişti. Cihan faciasından sonra Boyalık'a Ender'i bırakmaya giderken, Altınyunus yolunda ben daha fazla dayanamayarak kendimi yandaki araziye bıraktım. Bi ağaca yaslanmışken, arabamı alan Eren'in, Altınyunus kavşağında 'Drift King' gibi arka lastiklerimi yaktığını gördüm... Sonuç olarak Sole'den 6'da çıktım Paşalimanında evde olduğum saat 9 buçuktu. Kısa bir iyi akşamlar merasiminden sonra kendimi merdiven boşluğunda öylesine otururken bulan saygıdeğer annem, a.ı g.tü dağıtmışsın dayın kılıklı dediğini hatırlıyorum. Sonra odama gidip sızmışım.
CİHAN: Sole Mare'den nasıl çıktık hatırlamıyorum.Babam Efe'yi azarlamış ben ise sarhoş olduğumu çaktırmamaya çalışıyorum.Babam ''al ablanı da saksı ve toprak alın'' dedi Dalyan'dan.Ok dedim.Arabaya bindik ablam yanımda.Sarhoşluktan anahtarsız çalıştırma olduğunu unutmuşum.Ben ablama bakıyorum ablam bana bakıyor öyle duruyoruz arabanın içinde.Güç bela arabayı çalıştırdım.Dalyan'a gitçeğimi unutup sitenin içinde tur atmaya başlayınca ablam anladı durumu.Bir şekilde dalyana gidip geldik.Yemek hazırlanmış masaya oturdum.Annem menemen koydu önüme taa ki ne zaman çatalla bir türlü menemeni tutturamadım koskoca tabaktan babamda bana fırçaların en güzelini kaydı o anda.Sonra odama gidip sızmışım.
MURAT:Sole Mare'den nasıl çıktık hatırlamıyorum.Arabadan bilerek sokağın başında indim ki aklımca eve yürüyene kadar biraz ayılayım diye.Çaprazdan evin balkonunu gördüm babam balkonda.Dedim sıçtık.Çaktırmadan selam verip girerim diye düşündüm.Ama babam yılların tecrübesi daha eve bile girmeden uzaktan saatini gösterip.''Saat daha akşamüstü 6 buçuk ,şu haline bak,Allah belanı versin senin''dedi.Sonra odama gidip sızmışım.
BEN: Sole Mare'den nasıl çıktık hatırlamıyorum.Akşam 8-8buçuk gibi evde misafirlerinde olacağı mangal organizasyonun gerginliği üstümdeydi.Dalyana kuzenime gideyim biraz ayılayım dedim.8 gibi telefon çaldı annem olağan gerginliği ile nerdesin sen hadi geldi herkes,babanda mangal yakıyor yardım etçeksin daha dedi.Ok diyip kapatım teli.Arabada ne kadar cam varsa sunroof dahil hepsini açıp Boyalığa evin olan sokağa girdim.Tam evin önünde park etmek için boş yer vardı.2 araba araba arasına kamyon girecek kadar rahat bir mesafe olduğunu hatırlıyorum.Boş yere arabanın ilk burnunu sokmak suretiyle girdim o sırada misafirlerden birinin ''hoşgeldiiiin'' dediğini duydum refleks olarak dönüp merhaba deyip el sallarken bir anda güm diye bir ses.Ben tabii el sallarken araba gidiyomuş öndeki arabaya vurdum herkesin önünde.Eve girdim annem kolumdan tutup mutfağa soktu.Ne bu halin diye azarlarken tencerede püre olduğunu gördüm.Tamam ya diyip püreye saldırdım.Sonra odama gidip sızmışım.
ENDER:Sole Mare'den nasıl çıktık hatırlamıyorum.Beni eve kim bıraktı onuda hatırlamıyorum.Eve geldiğimde babam daha eve girmeden bahçeden bağırdı.''Eczaneden şu ilacı al gel'' Ender diye.Evden arabanın anahtarını alıp Dost Pide'nin karşısında eczaneden ilaç almak için yola çıktım.Yolda bir şeyler oldu bende hatırlamıyorum en son Dost Pide'nin önünde arabadan inip diğer arabadan inen adamla tekme tokat kavga ettiğimi hatırlıyorum.Sonra polis geldi rutin olarak alkol kontrolü yapacağız dedi.Saat daha akşamüstü 7.Bir üfledim 245 promil.Ehliyet gitti.Arabada gitti.Arabayla evden çıkıp yarım saat sonra arabasız eve dönünce haliylen babam eve almadı.Sokaklarda yürüdüm.Sonra odama gidip sızmışım.
ARAMIZDAKİ TEK KIZ: Sole Mare'den nasıl çıktık gayet iyi hatırlıyorum.Allah hepinizin belasını versin.
10 Şubat 2012 Cuma
izle,geç pişman olmayacaksın...
Soldan sağa: Drive, Moneyball, Never let me go ,Perfect Sense, The Descendants, İron Lady
Shame, The Devil's Double, The Skin I Live in,Warrior, The Help, We need talk about Kevin
GALATASARAY
Bir kulubün büyüklüğü nasıl anlaşılır,tartışılır.Ezeli rekabette galibiyet üstünlüğü olabilir,Uluslararası platformda yaşanılan başarılar olabilir.Biz size daha fazla gol attık,sayı attık gibi sığ istatistikler olabilir.Herkesin kendi tuttuğu takıma göre vardır bir kriteri.Benim kriterim bir kulubün oynadığı tarihi maçların sayısıdır,sarfedilen emeğin sonunda alınan kupalardır.Galatasaray Spor Kulubünün oynadığı tarihi maçların sayısını ben bilmiyorum ama futbolda sadece UEFA Kupası'nın alındığı sezon finale giden yolda oynanılan maçların hepsi tarihidir.O zaman Galatasaray'ın elediği takımlara bakalım Bologna,Mallorca,Dortmund,Leeds United ve finalde Arsenal.Bu takımların o sezon ki kadrolarına ve ligdeki konumlarına bakarasanız neden tarihi maçlar olduğunu anlarsınız.Dikkat ederseniz Neuchatel Xamax,Monaco,Real Madrid,Manchester United,Barcelona,Deportivo,Athletic Bilbao,Juventus ve belki de yazmayı unuttuğum tarihi maçları saymadım.Ciddi bir araştırma yaparak Galatasaray'ın sadece Avrupa'da oynadığı, içinde sonu kupalarla sonuçlanan en az 20 tane maç bulabilirsiniz.Yani yurtdışından gelen futbol fanatiği bir misafiriniz olduğunda Galatasaray nasıl bir takım diye sorduğunda bütün haftasonunu maç izletip adama Galatasaray'ın nasıl bir takım olduğunu anlatabilirsiniz.Şimdi bir dönüp Fenerbahçe'ye bakıyorum aynı kriterlerimi düşünüyorum yani Avrupa'da oynadığı tarihi maçların sayısını hadi kıyak olsun yurtiçinde de oynadığı tarihi maçlara da düşünüyorum(başka türlü olmayacak çünkü :) .Aklıma gelenler Kadıköy'deki İnter maçı,Manchester'ın çoluk çocukla geldiği maç,2 Sevilla maçı,Bir de yine Kadıköy'de ki 2-1 kazanılan Chelsea maçı.Bu maçların 2 tanesi gruptaki puan maçı.Sevilla ve Chelsea'de eleme maçları ki Chelsea'ye elenildi zaten.Yurtiçinden de 3-0'dan 4-3 ve 6-0 kazanılan Galatasaray maçları.Bir kulubün tarihindeki en önemli maçlar sayısı 6.Bu maçların sonunda kazanılan herhangi bir kupa yok.Şampiyonlar Ligi'nde çekilen bir ''0'' puan var ilave olarak.Beşiktaş'ın Chelsea'yi Londra'da yenmesi Fenerbahçe'nin bu maçlarının çoğundan daha tarihidir.(8-0 olmayaydı iyidi tabii).Şimdi yine yurtdışından bir misafir gelse Fenerbahçe nasıl bir takımdır diye sorsa youtube'tan 6 maç göstereceksin o kadar toplamda 15 dakika.Ama Fenerbahçe taraftarı yaratıcı ana branşlarda 2 takım arasında oynanan son 103 karşılaşmada 83 kez Fenerbahçe galip çıkmış.Tebrik ederiz.Yurtdışında yada aranızda bol bol artık göğsünüzü gere gere bizde geçen hafta kürek yarışında Galatasaray'ı yine geçtik diye muhabbet edersiniz.İstatistiklerin hepsi unutulur.Alınan kupalar ve tarihi maçlar unutulmaz.Siz tüm ana branşlarda bizi yenin, Türkiye'de ve Avrupa'da biz kupaları almaya devam edelim.Fanatik bir Fenerbahçeli'nin en büyük üzüntüsü nedir? Galatasaray'ın Avrupa'da kupa almasıdır.Aynı Fanatik bir Fenerbahçeli'nin en büyük sevinci nedir Galatasaray'ı 6-0 yenmesidir.FENERBAHÇE'NİN ÇAPI GALATASARAY'DIR.Fenerbahçe'nin üzüntüsünde de sevincinde de Galatasaray vardır.Galatasaray'ın en büyük sevinci Avrupa'da kazandığı 2 kupadır.En büyük üzüntüsü ise 2-0'dan 3-2 alınan Real Madrid maçının rövanşında 3-0 elenip olası alınacak bir Şampiyonlar Ligi Kupası'nın kapısından dönmektir.Siz Türkiye Kadınlar Basketbol Ligi'nde Galatasaray'ı yendiğiniz için kendinizden geçip FB TV'yi izlersiniz.Biz 1 gün sonra 18 maçtır yenilmeyen sizin 2 maçtır rezil olduğunuz Panathinaikos'u Atina'da yenen CSKA'yı devirip Euroleague TV'de belgesel konusu olup tüm Avrupa ile birlikte Euroleague TV'yi izleriz.Biz olmazsak siz olmazsınız.Siz olmasanız da biz hep varız.Yeri gelmişken ağzıyla kuş tutsa Galatasaray CSKA'yı yenemez.Galatasaray bu gruptan 1 galibiyet alırsa kendini şampiyon ilan etsin diyen İbrahim Kutluay'a sevgilerimizi iletir.''Nasıl G.T oldum'' adlı anılarından oluşan kitabını bekleriz.Anne babaya çok selam.İyi günler.
9 Şubat 2012 Perşembe
FELSEFE SINAVI SORUSU VE CEVABI
2010-2011 EĞİTİM-ÖĞREYİM YILI
FELSEFE DERSİ 1.SINAVI
SORU : Bana bu sandalyeni var olmadığını kanıtlayın (100 puan)
CEVAP: Allah belamı versin ki kuran musap çarpsın ki yok öyle bi sandalye hocam.İki gözüm önüme aksın ki yok bak.Yalanım varsa şurdan şuraya gitmek nasip olmasın.Büyük yemin ettim bak.Gerçi siz felsefeciler ateist oluyorsunuz.Nietzche falan hep ateist.Evrime inanıyo onlar.Allah'a inanmıyo.Ama siz bana inanın hocam.Anam avradım olsun ki orda sandalye filan yok hocam vallahi yok.Getirin Kuran'ı el basıcam yok yani. (45 yetiyo hocam).
Ben okurken bittim yemin ederim.Bu cevabı verene,verdirene hepsinin yüreğine sağlık.Anne babaya çok selam.İyi günler.
FELSEFE DERSİ 1.SINAVI
SORU : Bana bu sandalyeni var olmadığını kanıtlayın (100 puan)
CEVAP: Allah belamı versin ki kuran musap çarpsın ki yok öyle bi sandalye hocam.İki gözüm önüme aksın ki yok bak.Yalanım varsa şurdan şuraya gitmek nasip olmasın.Büyük yemin ettim bak.Gerçi siz felsefeciler ateist oluyorsunuz.Nietzche falan hep ateist.Evrime inanıyo onlar.Allah'a inanmıyo.Ama siz bana inanın hocam.Anam avradım olsun ki orda sandalye filan yok hocam vallahi yok.Getirin Kuran'ı el basıcam yok yani. (45 yetiyo hocam).
Ben okurken bittim yemin ederim.Bu cevabı verene,verdirene hepsinin yüreğine sağlık.Anne babaya çok selam.İyi günler.
3 SUİKAST , 3 GAZETECİ
'' 1 Şubat 1979...
12 Eylül 1980 darbesine sürüklendiğimiz günlerde,''barış ve demokrasi'' savunucusu bir gazeteci.Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi öldürüldü.
24 Ocak 1993'te Uğur Mumcu'yu katlettiler.
Geldik 2007 yılına...19 Ocak'ta AGOS'un önünde yatıyordu Hrant Dink.
Altmış yılda 60'dan fazla aydın cinayeti...
Devlet söz verdi,''namus borcumuz,katiller bulunacak diye.
Hepsi unutuldu.
Abdi İpekçi,Uğur Mumcu,Hrant Dink...
Hiçbiri unutulmadı.
İnsanlığa,dürüstlüğe,demokratlığa,barışa ve her şeyin ötesinde gazeteciliğe adanmış yaşamları,gelecek kuşaklara aktarmak üzere başlattığımız kitap ve belgesel filmden oluşan bu çalışmanın 60 yıllık siyasal cinayetler tarihinin aydınlatılması yolunda küçük bir adım oluşturacağına inanıyoruz.''
Yukarda alıntısını yaptığım kitap Yeditepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü öğrencileri tarafından hazırlanmıştır.Geliri Uğur Mumcu Gazetecilik Vakfı'na (UMAG) bağışlanacaktır.
Bu çalışmayı tüm D&R'larda yada benzeri yayınevlerinden ulaşabilirsiniz.Bu 3 Gazetecinin , gazetecilik vasıflarından çok daha fazla öne çıkan insani yanlarını görebilirsiniz.Neden öldürüldüklerini zaten herkes biliyor yada tahmin ediyor.Hepsindede ortak payda daha fazla barış daha fazla demokrasi.Bunun bedelini kimi kurşunla kimi arabasına konulan bombayla kimisi de şuan hala 1072 gündür cezaevlerinde tutuklu tutularak ödüyor.Eğer öldürülen bu 3 gazetecinin neleri yazdıkları yada söyledikleri için öldürüldüklerini merak ediyorsanız mutlaka bu çalışmayı alın.''Ya ben çok sıkılıyorum böyle siyaset filan sevmiyorum sen yaz da öğrenelim işte'' diyenler olabilir aranızda ki bunlar genelde benim gibi gençlerdir.Merak etmeyin kitapta bol bol resimlerde var hem resimlere bakıyorsunuz bir yandanda okuyorsunuz.Toplam 150 sayfa yanında da bir dvd var.Toplamda 2,5-3 saatinizi alır.Bu da günde 45 dk'dan en fazla 3-4 gün eder.Tuvalette geçirdiğiniz zamanlar bile okusanız kardır.3 Günün sonunda hem bu gazetecilerin neden öldürüldükleri öğreneceksiniz hem de kitabın geliri böyle araştırmacı gazetecilerin yetiştirilmesine olanak sağlayan vakfa yardım olarak gidecek.Daha ne olsun?Ayrıca yeri gelmişken Uğur Mumcu yada Abdi İpekçi için bir etkinliğe katılırken sorun olmayıpta Hrant Dink için bir etkinliğe katılınca vatan haini ilan eden güruh size de selam olsun.Einstein ne demiş '' insanlar dil,din,ırk,cinsiyet,mezhep gibi olaylardan birbirinden ayrılmaz,İnsanlar sadece 2'ye ayrılır.İyi insanlar ve kötü insanlar''Einstein bunu dediğine göre anlıyoruz ki Einstein'da büyük tinerciymiş arkadaşlar.Anne babaya çok selam.İyi günler.
12 Eylül 1980 darbesine sürüklendiğimiz günlerde,''barış ve demokrasi'' savunucusu bir gazeteci.Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi öldürüldü.
24 Ocak 1993'te Uğur Mumcu'yu katlettiler.
Geldik 2007 yılına...19 Ocak'ta AGOS'un önünde yatıyordu Hrant Dink.
Altmış yılda 60'dan fazla aydın cinayeti...
Devlet söz verdi,''namus borcumuz,katiller bulunacak diye.
Hepsi unutuldu.
Abdi İpekçi,Uğur Mumcu,Hrant Dink...
Hiçbiri unutulmadı.
İnsanlığa,dürüstlüğe,demokratlığa,barışa ve her şeyin ötesinde gazeteciliğe adanmış yaşamları,gelecek kuşaklara aktarmak üzere başlattığımız kitap ve belgesel filmden oluşan bu çalışmanın 60 yıllık siyasal cinayetler tarihinin aydınlatılması yolunda küçük bir adım oluşturacağına inanıyoruz.''
Yukarda alıntısını yaptığım kitap Yeditepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü öğrencileri tarafından hazırlanmıştır.Geliri Uğur Mumcu Gazetecilik Vakfı'na (UMAG) bağışlanacaktır.
Bu çalışmayı tüm D&R'larda yada benzeri yayınevlerinden ulaşabilirsiniz.Bu 3 Gazetecinin , gazetecilik vasıflarından çok daha fazla öne çıkan insani yanlarını görebilirsiniz.Neden öldürüldüklerini zaten herkes biliyor yada tahmin ediyor.Hepsindede ortak payda daha fazla barış daha fazla demokrasi.Bunun bedelini kimi kurşunla kimi arabasına konulan bombayla kimisi de şuan hala 1072 gündür cezaevlerinde tutuklu tutularak ödüyor.Eğer öldürülen bu 3 gazetecinin neleri yazdıkları yada söyledikleri için öldürüldüklerini merak ediyorsanız mutlaka bu çalışmayı alın.''Ya ben çok sıkılıyorum böyle siyaset filan sevmiyorum sen yaz da öğrenelim işte'' diyenler olabilir aranızda ki bunlar genelde benim gibi gençlerdir.Merak etmeyin kitapta bol bol resimlerde var hem resimlere bakıyorsunuz bir yandanda okuyorsunuz.Toplam 150 sayfa yanında da bir dvd var.Toplamda 2,5-3 saatinizi alır.Bu da günde 45 dk'dan en fazla 3-4 gün eder.Tuvalette geçirdiğiniz zamanlar bile okusanız kardır.3 Günün sonunda hem bu gazetecilerin neden öldürüldükleri öğreneceksiniz hem de kitabın geliri böyle araştırmacı gazetecilerin yetiştirilmesine olanak sağlayan vakfa yardım olarak gidecek.Daha ne olsun?Ayrıca yeri gelmişken Uğur Mumcu yada Abdi İpekçi için bir etkinliğe katılırken sorun olmayıpta Hrant Dink için bir etkinliğe katılınca vatan haini ilan eden güruh size de selam olsun.Einstein ne demiş '' insanlar dil,din,ırk,cinsiyet,mezhep gibi olaylardan birbirinden ayrılmaz,İnsanlar sadece 2'ye ayrılır.İyi insanlar ve kötü insanlar''Einstein bunu dediğine göre anlıyoruz ki Einstein'da büyük tinerciymiş arkadaşlar.Anne babaya çok selam.İyi günler.
8 Şubat 2012 Çarşamba
Yeditepe Üni. Kız Öğrenci Yurdu Basma Harekatı
Başıma gelen komik olayları en azından unutmayayım diye yazmaya karar verdim.Sizde okurken keyif alır mısınız orasını bilemem.Sene 2002 Tevfik Fikret Lisesi'ni bitirip üniversite sınavına girmişim,Lise-2 de TM öğrencisiyken(yaşı küçük olanlar işin TM yani Türkçe-Matematik bir diğer adıyla Eşit Ağırlıklı) baktım bu TM olmuyor.Matematik çok zor arkadaş,basmıyor kafa.Tanjant,kotanjant,trigonometri,analitik geometri kan ağlıyor içim,nerelere gitsem bilemiyorum,özel ders alıyorum 100 üzerinden 10 olan notum anca 35'e çıkıyor yani olmuyor.Baktık ki olmuyor 30 kişi 'bizi TM'den azad edin'' başlıklı dilekçemizi yazıp SOSYAL ağırlıklı sınıf açtırıyoruz.Ortam şahane,tam bizlik.Tarih,coğrafya,felsefe havada uçuşuyor.Neyse büyük bir gazla ÖSS'ye giriyorum.İçimden de diyorum ulen kesin burslu kazanırım ben Sosyal bölümden.Ama ben yine ailemi şaşırtmıyorum paralı bölümü kazanıyorum.Zaten ilkokuldan,Üniversiteye kadar paralı okuyacağımı annemle babam önceden kestirmiş olsa gerek 2.çocuğu yapmamışlar.Bi askerliği bedelli yapmadım o da annemin çok gücüne gitmişti.Yakıştıramadım oğlum bedava yapmana demişti.2002 Eylül'ünde bir grup arkadaş ile Yeditepe Üniversite'sine kayıt yaptırıyoruz.İlk sene ev yok,araba yok.Kendimizi yurtta buluyoruz bir anda.Yurt ortamı başlı başına bir olay.Anadolu'nun her yerinden insan,muhabbet desen inanılmaz.Vize ve final zamanları geliyor stres en üst seviyede.Sıkıntıdan birbirimizin üzerine sandalye atıp gülüyoruz filan psikoloji yerlerde.Deli hastanesine dönüyor bir anda yurt.Şimdi başlıkta geçen unutulmaz olayı anlatayım.Haftaiçi bir gün tüm kampüsü sis almış,göz gözü görmüyor, acayip bir sis var.Saat akşam 8 filan.Dışardan sesler duyuyoruz oda arkadaşım Enis'le.Camı açıyoruz birileri camdan bağırıyor bişeyler.Yurtta diğer 2 izmirli olan arkadaşımızı arıyoruz.2 dakikada planı yapıyoruz.Plan şu camdan anırarak tezahüratlar eşliğinde herkesi aşağı indireceğiz sonrada kızlar yurdunu basacağız.Cama bizde çıkıyoruz '' in in inmeyen ibne '' diye başlıyoruz bağırmaya.Herkes bir anda aşağı inmeye başlıyor.Bizde iniyoruz atmosfer inanılmaz.Acaip bi sis,don atletle olayı ciddiye alan anadolunun bağrından kopan gençler.Biz 4 İzmirli birbirimize bakıp bir anda kızlar yurduna ''allah allah'' nidalarıyla koşmaya başlıyoruz.Arkama baktığımda 100-150 kişi görüyorum.İçimden de sıçtık diyorum.Tam ''braveheart''tan bir sahne ormanlık alanda çimenlerin üzerinde koşan bir sürü don-atletli,pijamalı öğrenci.Sonra yanımdan biri beni solluyor.Tipi size anlatıyorum; en az 9 numara numaralı gözlük şişe dibi gibi,altında beyaz pijama üstte atlet.Derken çocuk takılıyor gözlük bi tarafa çocuk başka tarafa uçuyor.Sis de var çocuk zaten alenen kör,gözlükte yok , emekleyerek çimlerin üstünde o çocuğun gözlüğü arama sahnesini hayatımda boyunca unutmam.Viyana kapılarına dayanır gibi geliyoruz Kızlar Yurdu'nun önüne.Tezahüratlar başlıyor,kale arkası tribünden hiç bir farkımız yok.Sonra olmaması gereken bir şey oluyor,cama çıkan kızlardan bir tanesini sütyenini sallayıp aşağı atıyor.Yanımdaki adanalı arkadaşa bakıyorum sonra pijamasına bakıyorum çadırı diktiği ana şahit oluyorum.Olayı organize eden 4 İzmirli olarak birbirimize bakıp ''dönelim lan bunların hepsi çıldırdı'' diyip yurda geri dönüyoruz 100 kişiyi orda bırakarak.Okulda ne kadar güvenlik görevlisi varsa bizi kapıda karşılıyor oda numaramızı istiyorlar.Bizde üstün zekamızla hepimiz başkasının oda no'sunu verip odamıza gidiyoruz.Sabah öğreniyoruz ki aşağıda yurt müdürü herkesi kenara çekiyor.İniyoruz aşağı gayet salakta bir şekilde.Yurt müdürünün azarını duyuyorum ''ulen pezevenkler odalar 2 kişilik toplamda 12 kişi B-18 diye oda numarası vermiş''İçimden vay anasını algıda seçiciliğe bak diyorum 12 kişinin aklına B-18 gelmiş.Tamamen tesadüf.Bütün okul bizi konuşuyor.Kantinlerde o 4 izmirlinin gazına geldik konuşmalarına şahit oluyoruz filan.İşin sonunda ben ve oda arkadaşım Enis uyarı alıyoruz.Diğer 2 izmirli arkadaşımız ise 2.uyarıları olduğu için direkt şutlanıyorlar yurttan :)).Şimdi düşünüyorumda herşey o sis yüzünden.Sis olmasa galeyana gelmezdik o kadar.Anne babaya çok selam.İyi günler.
BAŞBAKAN
''BAŞBAKAN:Dindar mısın?
VATANDAŞ:Hayır.
BAŞBAKAN:O zaman kesin tinercisin sen.
VATANDAŞ:Yoo.
BAŞBAKAN:O zaman ötekisin sen.
VATANDAŞ:Ne alaka.
BAŞBAKAN:O zaman kesin Hrant'sın.
VATANDAŞ:İnsanım desem.
BAŞBAKAN:Ananıda al git burdan o zaman.
VATANDAŞ:Anam öldü.
BAŞBAKAN:Nerde
VATANDAŞ:Van'da.
BAŞBAKAN: Haa o zaman sen kürtsün.''
Dünya üzerinde %50'nin üzerinde oy alıp kendi ülke insanını bu kadar ayrıştıran,bölen,kutuplaştıran bir başbakan var mıdır acaba?Ya da olayı sizler-bizler gibi 2'ye ayırmaya meraklı başka bir başbakan var mıdır?Her seçim sonrası yapılan balkon konuşmasında yalandan sadece o konuşma süresini kapsayan bir sevgi kelebeği moduna giren Başbakan ertesi günden itibaren başlıyor hemen çarpma,bölme işlemlerine.Zaten dikkat ederseniz her konuşmasında ''Benim milletim'' diyor.Milletin bile senini benimi var yani kafada.Sadece yılların kompleksini çıkarıyor AKP hükümeti.Zamanında siz böyle yapmıştınız şimdide görün bakalım nasıl oluyormuş.Olay bu kadar basit aslında.Bu ülkede Başbakan olmakta zor bir olay değil çünkü okuma-yazma seviyesi bu olan bir ülkede önemli olan tek şey toplumsal bir figür olabilmektir.Boy,pos,endam,yürüyüş,hitap yeteneği bunlar önemli.Şimdi diyeceksiniz ki mesela rahmetli Ecevitte filan çok mu boy pos endam vardı.Zaten o ve onun gibiler hiçbir zaman şuan ki başbakanın aldığı oy oranını almadı.Apo'nun yakalanmasından gelen bir rüzgarla artan oylar oldu.Gerisi hep elma ile armutların oluşturduğu çapsız koalisyonlarla dolu.Bahsettiğim düzen 80 sonrası bu arada.Adnan Menderes'in de şuan ki oy oranını almışlığı vardır zamanında.Şimdi böyle darbelerden,kokuşmuş koalisyonlardan çıkan bir ülkede biri çıkıyor.Tabii çıkmadan önce bir Amerika'ya gidiyor.Dönüşte milli görüş gömleğimi çıkardım diyor.Merkez partiyiz diyor.Ilımlı islam kavramı ortaya çıkıyor.Boy,posta var.Ülkenin eğitim seviyesi zaten belli istikrar filan derken oylar artıyorda artıyor.Sonra bir bakıyorsunuz bu ülkede her 2 kişiden biri bu dümeni bir güzel yemiş.%50'nin yarısı zaten gerçekten saflığından,sorgulamadığından iyi şeyler olabileceğini düşünerek bu oyu vermiş.Kalan %25 zaten cepleri doldurmak isteyen cemaat.Ama ne olursa olsun bu oy oranı Başbakan'a totaliter rejim tarzı bir yönetimi uygulatamaz.Ülkenin şuan cezaevlerindeki eğitim seviyesi TR ortalamasının üstündedir.Bir cezaevi profili düşünün ki içerden profosyonel bir ordu yönetilebilir,ciddi tirajlara ulaşacak bir gazete çıkabilir yada Süper Lig'de her sene şampiyonluğa oynayabilecek bir takım yaratılabilir.Neyse bu konu böyle uzayıp gider de gider.Biz gençler olarak daha fazla konuşmalıyız,daha fazla fikirlerimizi yüksek sesle söylemeliyiz.Ne demiş Uğur Mumcu ''İnsanlar sadece konuştuklarından değil,sustuklarından da sorumludur''.Anne babaya çok selam.İyi günler.
VATANDAŞ:Hayır.
BAŞBAKAN:O zaman kesin tinercisin sen.
VATANDAŞ:Yoo.
BAŞBAKAN:O zaman ötekisin sen.
VATANDAŞ:Ne alaka.
BAŞBAKAN:O zaman kesin Hrant'sın.
VATANDAŞ:İnsanım desem.
BAŞBAKAN:Ananıda al git burdan o zaman.
VATANDAŞ:Anam öldü.
BAŞBAKAN:Nerde
VATANDAŞ:Van'da.
BAŞBAKAN: Haa o zaman sen kürtsün.''
Dünya üzerinde %50'nin üzerinde oy alıp kendi ülke insanını bu kadar ayrıştıran,bölen,kutuplaştıran bir başbakan var mıdır acaba?Ya da olayı sizler-bizler gibi 2'ye ayırmaya meraklı başka bir başbakan var mıdır?Her seçim sonrası yapılan balkon konuşmasında yalandan sadece o konuşma süresini kapsayan bir sevgi kelebeği moduna giren Başbakan ertesi günden itibaren başlıyor hemen çarpma,bölme işlemlerine.Zaten dikkat ederseniz her konuşmasında ''Benim milletim'' diyor.Milletin bile senini benimi var yani kafada.Sadece yılların kompleksini çıkarıyor AKP hükümeti.Zamanında siz böyle yapmıştınız şimdide görün bakalım nasıl oluyormuş.Olay bu kadar basit aslında.Bu ülkede Başbakan olmakta zor bir olay değil çünkü okuma-yazma seviyesi bu olan bir ülkede önemli olan tek şey toplumsal bir figür olabilmektir.Boy,pos,endam,yürüyüş,hitap yeteneği bunlar önemli.Şimdi diyeceksiniz ki mesela rahmetli Ecevitte filan çok mu boy pos endam vardı.Zaten o ve onun gibiler hiçbir zaman şuan ki başbakanın aldığı oy oranını almadı.Apo'nun yakalanmasından gelen bir rüzgarla artan oylar oldu.Gerisi hep elma ile armutların oluşturduğu çapsız koalisyonlarla dolu.Bahsettiğim düzen 80 sonrası bu arada.Adnan Menderes'in de şuan ki oy oranını almışlığı vardır zamanında.Şimdi böyle darbelerden,kokuşmuş koalisyonlardan çıkan bir ülkede biri çıkıyor.Tabii çıkmadan önce bir Amerika'ya gidiyor.Dönüşte milli görüş gömleğimi çıkardım diyor.Merkez partiyiz diyor.Ilımlı islam kavramı ortaya çıkıyor.Boy,posta var.Ülkenin eğitim seviyesi zaten belli istikrar filan derken oylar artıyorda artıyor.Sonra bir bakıyorsunuz bu ülkede her 2 kişiden biri bu dümeni bir güzel yemiş.%50'nin yarısı zaten gerçekten saflığından,sorgulamadığından iyi şeyler olabileceğini düşünerek bu oyu vermiş.Kalan %25 zaten cepleri doldurmak isteyen cemaat.Ama ne olursa olsun bu oy oranı Başbakan'a totaliter rejim tarzı bir yönetimi uygulatamaz.Ülkenin şuan cezaevlerindeki eğitim seviyesi TR ortalamasının üstündedir.Bir cezaevi profili düşünün ki içerden profosyonel bir ordu yönetilebilir,ciddi tirajlara ulaşacak bir gazete çıkabilir yada Süper Lig'de her sene şampiyonluğa oynayabilecek bir takım yaratılabilir.Neyse bu konu böyle uzayıp gider de gider.Biz gençler olarak daha fazla konuşmalıyız,daha fazla fikirlerimizi yüksek sesle söylemeliyiz.Ne demiş Uğur Mumcu ''İnsanlar sadece konuştuklarından değil,sustuklarından da sorumludur''.Anne babaya çok selam.İyi günler.
7 Şubat 2012 Salı
14 ŞUBAT KOYİM DE TUR AT !!
Evet öncelikle 14 Şubat Sevgililer Günü öncesi beni günün atmosferine sms'leriyle sokmaya çalışan başta Akbank olmak üzere tüm bankalara allah belanızı versin artık demeyi borç bilirim.Arkadaş daha ortada sevgili yok bir şey yok zorla sevgililer günü kredisi vermeye çalışıyorsunuz.Siz nasıl sapık,manyak kurumlarsınız anlamadım.Neymiş efendim sevgilimle x restauranta gidip x kartımı kullanırsam %15 indirimim olacakmış.Oldu ne güzel chip para olarakta götümüze buzlu badem sokun bari .Ne len bu böyle !! Zaten geçtim indirimi,kredisini arkadaşım sevgili yok !! yok işte yok !!. Madem sevgilim yok o zaman zamanında hakkını verdiğim Sevgililer Gününe gereken boku atabilirim.Yaptığım hesaplara göre en son sevgililer gününü kutladığım gün doğan çocuk şimdi ''anne yada baba'' diyebiliyordur tahminen.Oldum olası sevmedim arkadaş sevgililer gününü valla bak ya yalan söylemiyorum.Sadece masraf hediyesi,yemeği,detayı,boku püsürü derken 1000'tl'lik oluyosun.(Bu rakam istanbul için geçerlidir.Ankara,İzmirde 500-600 tl'ye.Anadolu'nun diğer şehirlerinde ise 200-300 tl'ye çıkarsınız).Annem zamanından çok çekmişti valla.Anne napayım bu sevgililer gününde diye sorduğumda 'sıçayım senin sevgililer gününe,bıktım hediye fikri vermekten''demişti.Racon öyleydi napalım.Şimdi ki aklım olsa valla yaparmıydım öyle saçmalıklar.Neyse demem şu dur ki siz siz olun böyle yalan günlere prim vermeyin zaten yılbaşı,doğumgünü var yeter onlar.Ama illa ki yok arkadaş benim sevgilim var ben kutlayacağım diyorsanız size bir kaç fikir vereyim.
Geçen sene kandile denk geldiği için yırttık diye düşünenler.İlk defa sevgililer gününü kutlayacak olanlar.14 Şubatta ne yapılır? Ben size hemen söyleyeyim zaten hertarafta indirim var pintilik yapmayında adam akıllı bi hediye alın sevgilinize.Hediye paketinin herhangi görünen bir yerine kafam kadar bir gülü iliştirmeyi unutmayın.Sonra hemen google'ı açın search kısmına en güzel şiirler filan yazın.2-3 şiir arasından size uygun gelen çok uzun olmayan şiiri bir kağıda yazıp hediyenin içine koyun.Biraz adam olun adam !!! kıza gidip hanzolar gibi 550 tane gül almayın sadece.Ayrıca yazacağınız not lütfen ''ilk aşkım sen değilsin ama son olacaksın'' gibi Nihat Doğan tarzı yazılar olmasın.AVM'ye giderseniz eğer yürüyen merdivenlerde öpüşmeyi unutmayın.Zaten bu dediğim yaratıcılıktan uzak olan, sığ planları yaparsanız muhtemelen bu sizin sevgilinizi son görüşünüz olacaktır.Eğer ki kız arkadaşınız bu dediklerimi beğenirse onu hemen İQ testine gönderin bi bok olmaz o kızdan.Bir de sakın başlıktaki fotoya benzer bir şey yapmayın o fotoyu ibret olsun diye koydum ben.Anne babaya çok selam.İyi günler.
Geçen sene kandile denk geldiği için yırttık diye düşünenler.İlk defa sevgililer gününü kutlayacak olanlar.14 Şubatta ne yapılır? Ben size hemen söyleyeyim zaten hertarafta indirim var pintilik yapmayında adam akıllı bi hediye alın sevgilinize.Hediye paketinin herhangi görünen bir yerine kafam kadar bir gülü iliştirmeyi unutmayın.Sonra hemen google'ı açın search kısmına en güzel şiirler filan yazın.2-3 şiir arasından size uygun gelen çok uzun olmayan şiiri bir kağıda yazıp hediyenin içine koyun.Biraz adam olun adam !!! kıza gidip hanzolar gibi 550 tane gül almayın sadece.Ayrıca yazacağınız not lütfen ''ilk aşkım sen değilsin ama son olacaksın'' gibi Nihat Doğan tarzı yazılar olmasın.AVM'ye giderseniz eğer yürüyen merdivenlerde öpüşmeyi unutmayın.Zaten bu dediğim yaratıcılıktan uzak olan, sığ planları yaparsanız muhtemelen bu sizin sevgilinizi son görüşünüz olacaktır.Eğer ki kız arkadaşınız bu dediklerimi beğenirse onu hemen İQ testine gönderin bi bok olmaz o kızdan.Bir de sakın başlıktaki fotoya benzer bir şey yapmayın o fotoyu ibret olsun diye koydum ben.Anne babaya çok selam.İyi günler.
3 Büyük Şehrimizin Cinsiyeti
Güzide ülkemizin 3 büyük şehri İzmir,İstanbul ve Ankara.Hayatımın ilk 18 yılını İzmir'de geçirdim sonraki 9-10 senesini ise İstanbul.Bu arada da askerliğimi Ankara'da yapıp kuzenlerimin Ankara'da oturuyor olmasından dolayıda 1-1,5 seneyi toplamda Ankara'da geçirmişimdir.Bu 3 şehir hakkında da kafamda oluştu bir şeyler haliylen.Önce memleketim İzmir'den başlayalım.Tarihteki önemi,düşmana başkaldırışı,Kemalist düşünce yapısı bir yana ensenin en güzel yapıldığı şehirdir İzmir.Zemin ve hava koşulları her zaman ense yapmaya son derece elverişlidir.Bahar gelir kendini Güzelyalı,Kordon yada Karşıyaka'da ense yaparken bulursun.Yaz gelir bir bakmışsın perşembeden ensenin kralını yapmaya Çeşme'ye gitmek için otobandasın.Turgut Özal sağolsun biz İzmirlilere yaptığı en büyük kıyaktır.İzmirliler ense yapmaya da güzel,bol şeritli bir yoldan gitsin düşüncesiyle yola çıkmış sanırım.1-1,5 saatlik eski yol dururken ense yapmaya yarım saat içinde gidelim diye otobanı yapmıştır Rahmetli Turgut Özal.İyi de yapmıştır çoğu İzmirlinin tüm derdini unuttuğu ortak nokta yazın akşamüstü gördüğü Alaçatı gişeleridir.Hemen arabanın camı açılır derin bir nefes çekilir,50 milyon dolar borcun olsa unutursun o an.İlk işe girdiğimde patronum İzmirli olduğumu öğrendiğinde aynen şunu demişti.'' Siz nasıl insanlarsanız ben anlamadım.Hazirandan Eylül'e kadar hiçbir İzmirli firmaya Çarşamba 6'dan sonra ulaşamıyorum.Adama para kazancaksın diyorum.Adam bana benim kazandıklarım yeter bırakta rakı-balık yapayım diye naz yapıyor şaşırdım kaldım'' İzmir adamı nazlandırır,aklını çeler,kanına girer.Bu yüzden İzmir'in cinsiyeti olsa kesin kız olurdu.Gelelim Ankara'ya.Annem ve babam Ankara'da üniversite okurken tanışmışlar taa eskiden beri hep anlatırlardı Ankara'yı bana.En büyük handikapı deniz olmayışıymış hep te gülerim buna.Sanki Tüm İstanbullu yada İzmirliler suyun içinde doğmuş gibi.Adam toplasan yılda 5 kere ya kordona yada boğaza gidiyor Ankara'nın adını duyunca ''Aaaaay ben deniz olmayan yerde katiyen yaşayamaaam'' diyor.Kışın denize giriyo sanki hepsi.Yaz gelince zaten onlarda Çeşme,Bodrumda.Neyin artistliğini yapıyosak artık.Neyse üniversite okuyan kuzenlerimin yanına sık sık gittiğimde yada askerlik yaparken hep aynı şeyi düşündüm.İstanbul ve İzmir'e göre çok daha fazla ruhu olan bir şehir Ankara.Devrimci,isyankar gençliğin çıktığı şehir Ankara,Dikkat ederseniz çoğu müzik grupları (özellikle rock),senaristler filan hep Ankaralıdır.Zaten çekilen dizilere bakarsanız şöyle bir özet çıkar ortaya ; Ankaralı yazar İzmirli oynar ama dizi hep İstanbul'da çekilir.Ankara'nın da bir cinsiyeti olsa kesin erkek olurdu diyor ve İstanbul'a geçiyorum.Sonda söyleceğimi başta söyleyeyim İstanbul gay'dir.Hakkını vere vere gay'dir.Eğlenirsin,sabah nerde kalktığını hatırlamazsın çuvalla para harcarsın.Boğaz köprüsüne baka baka bir çuval daha para harcarsın.Götü başı hep ayrı oynar İstanbul'un.İzmir ve Ankara'da kim kimdir diye belliyken,İstanbul kim kimdir hiç belli değildir adama bakarsın kot pantalonu göbek deliğine kadar çekmiş ama 2 dakika sonra önünden Ferrari'yle geçer.Hiç İstanbul'u çözmeye çalışmaya gerek yok.Bırak dağınık kalsın diyip dalgana bakacaksın İstanbul'da.Anne babaya çok selam.İyi günler.
Kanyon'dan İnsan Manzaraları
Çok komik bir alışveriş merkezi Kanyon.İçindeki spor salonundan,restaurantlarına ve dükkanlarına kadar alem bir yer gerçekten.İlk olarak Gina isimli Cafe&Restauranttan biraz bahsedeyim,ne zaman önünden geçsem beni bir kıkırdama yada istem dışı bir gülme alıyor.40 yaş üstü amcalar boyunlarında fular,derinin morarmasına kadar girilen solaryum masada viski ve tabii ki olmazsa olmazlardan ağızda bir soba borusu.Evet yanlış okumadınız puro değil soba borusu ama o Gina amcaları onu puro zannediyorlar ve ben gerçekten çok üzülüyorum :(( . Adamın ağzı kapanmıyor çenesi ha çıktı ha çıkacak ama o bana mısın demiyor bir de üstüne ağzında boru varken muhabbet ediyor.Daha doğrusu muhabbet ettiğini sanıyor.Çünkü hiç bir insan ağzında soba borusu varken konuşamaz sadece ses çıkartıyor bu Gina amcaları aoooo uuaaaa uuuooooo diye.Karşısındaki de birşey anlamadığı için kafasıyla onaylıyor sadece.Bir gün dayanamayıp Gina'daki hiç tanımadığım bir amcaya usulca sokulup ''Amca o puro değil soba borusu''diyip kaçmayı düşünüyorum.Neyse gelelim Gina kadınlarına :))).Makyaj değil onların yaptığı alenen filmlerde karakter oluşturmak için yapılan bir maske adeta.Yanaklarını parmağınla bir ellesen tahminim elinde Bob Ross'un çizerken kullandığı paletin içindeki boyadan daha fazla boya olur.(tanımayanlar için Bob Ross 90'larda TRT'de bonus saçlarıyla resim çizen ve hakk'ın rahmetine kavuşan yetenekli amca).Bir de bu Gina kadınlarının ipad'li versiyonu var akıllara ziyan.Steve Jobs Tr'deki kadınların ipad'i kullanma amacını görüyorsa şuan muhtemelen mezarında ters dönüyordur.Şampiyonlar Ligi Kupası gibi ipad'i havaya kaldırmak suretiyle çekilen fotolar alıyor başını gidiyor.Yanı başlarındaki boş sandalyeye de 5-6 yaşlarında bir çocuğun içine rahatça sığabileceği Louis Vuitton çantalarını oturtuyorlar.Haklılar bence kadın o kadar para vermiş çantaya en büyüğünden olsun diye dayanamayıp onu da arkadaşı gibi masaya oturtuyor.Utanmasa çantayada yemek siparişi vercek diye korkuyorum bazen.Nasıl gülmeyeyim şimdi dostlar sorarım size.Gelelim benimde üye olduğum Kanyon'un içindeki spor salonuna.Conconlar diyarından bir şelale içerisi.Rocky,Rambo,Steven Seagal,Chuck Norris hepsi orda.Saçlarda bana lisedeki sendromlu yıllarımı hatırlatan bir kavanoz jöle,siyah atlet,pis sakal elde dumble'lar yandan aynaya bir bakış.Kadınlar desen yine aynı.Spora mı gidiyor yoksa Monaco Prensi'nin verdiği bir davete mi ayırt edemiyosun.İddaa ediyorum topuklu spor ayakkabı çıkarsa çoğu gider satın alır.Gelelim dünyaca ünlü alışveriş mağazası olan Harvey Nichols'a.Daha içeri adımını atar atmaz koşa koşa bir gay geliyor yanınıza.Turist rehberi gibi yanınızda tarihi bir müzeyi geziyormuş gibi hissediyorsunuz kendinizi.Tarihi müze gezer gibi başlıyorsunuz gezmeye sağ tarafta ünlü tasarımcılarını kıyafetlerini görebilirsiniz sol tarafta ise ayakkabılar gibi koordinat vererek anlatıyor.Gerçekten kendinizi turda zannediyorsunuz.''Örnek olarak bu parfümün esans oranı %25'' filan diyor.Dali tablosuna bakar gibi parfüme bakıyorsun uzun uzun.Fiyatını soruyorsun 500 TL diyor.Pahalı diyorsun adama.İşte onu demeyeceksin.Bir başlıyor neden 500 TL olduğunu anlatmaya şişesinin tasarımdan giriyor esans oranından çıkıyor.O parfümü kullanan ünlüleri sayıyor,kadınların verdiği tepkileri anlatıyor,iş hayatında parfümün ne kadar önemli olduğunu örneklerle açıklıyor.Zannedersin o parfümü aldığında hayata dair bütün sorunlarını,yaşadığın psikolojik tramvaları filan hepsini atlatacaksın.Daha bunun gibi bir çok örnek.Aklıma geldikçe yazarım.Anne babaya çok selam.İyi günler.
6 Şubat 2012 Pazartesi
Kurumsal Hayata Giriş 101
Öncelikle belirtmek isterim ki bu yazıyı ODTÜ,BOĞAZİÇİ gibi kalburüstü üniversitelere ÖSS'de derece yapıp girip yine derece ile mezun olduktan sonra Amerika yada İngiltere gibi ülkelerin yine kalburüstü üniversiterinde derece ile master,doktora yapan yada yapacak olan arkadaşlarım okumasın.Çünkü bu yazı daha çok orta seviye zekaya sahip ama sosyal zekası daha fazla olan kişilere bir klavuz olabilir ancak.Efendim nedir Kurumsal hayat? Neler yapılır? Neler içilir? Neler giyilir? Bu konulara kurumsal hayatta geçirdiğim 4.5 senede ve çevremde yaptığım gözlemler eşliğinde değineceğiz.Kah güleceğiz Kah söveceğiz (Genelde söveceğiz).Yeditepe Üniversitesi Fransızca Uluslararası ilişkiler bölümünü elimden geldiğince zamanında bitirmiş bir genç olarak 2007 yazında mezun olup ailemin gurur kaynağı olmuştum.İlk iş teklifimi aldığımda babama söylemiş ve onun ''oğlum stajdır o'' tepkisiyle karşılaşmıştım.Neyse çoğunluğu yabancılara ait olan dünyaca ünlü olan bir şirkette 2007 yazında işe başlamıştım.Klasik bir İzmirli olarak Çeşme kariyerden hep önce geldiği için ameliyatla beni Çeşmeden koparmışlardı o yaz.Ama içimden de yer yer ''oğlum büyük bir şirkette 23 yaşında işe başlıyosun daha ne'' diye geçiriyordum.Neyse kendi düğünümde bile o kadar şık olamayacağım bir tarzda ilk iş günüm için şirkete gittim.Utanmasam smokin giycekmişim o derece.Santralden ilgili departmana telefon açıldı ve yine ilgili departmandan bir kişi (annem yaşındaydı kendisi) beni alıp işe başlayacağım departmana kurbanlık koyun gibi götürdü.Klasik açık ofis , herkes takım elbise filan.İlk günün verdiği saflıkla içimden vay anasını büyük olay var burda demiştimHerkesle tanıştırıldım vesaire vesaire.İlk 6 ay zaten seni ellemiyorlar bir nevi hazırlık pasları gibi düşünün.Karşılıklı ölçme,biçme,tartma eşliğinde geçen 6 ay.Tabii o zaman yaş da 23 olunca lise içgüdüsüyle alıcı gözüyle bir bakıyosun etrafa ne var ne yokmuş bakalım diye.Olay zaten 6. aydan sonra başlıyor.Bir anda 6 ay değil 96 aydır orda çalışıyor muamalesi görüyorsun.Toplantılar,briefler derken (brief kısaca toplantıya değer olmayan bir konu için konuşmak üzere toplanılan işgüzar bir olay)ülke ziyaretine toplantı bahanesiyle gelen herşeyi beleş olan kodoman yabancı abilere sunumlar alıyor başını gidiyor.O zamanlar tabii ki de kendini önemli zannedip deyim yerindeyse yardırırcasına çalışıyorsun.İlk primini alıyosun keyfine diyecek yok parayı nerde yesem diye bütün gün düşünüyorsun.1 seneyi güle oynaya geçiriyorsun.Sonra önüne yeni hedefler konuyor yine aynı şekilde kendinden geçercesine,Çılgın Sedat'ın şarkılarındaki gazla çalışıyorsun.Bir nevi LPG'li Doğan yada Şahin oluyorsun,sende onlar gibi gazla çalışıyorsun.Kafanı kaldırıp masadan bir bakıyorsun sanki atom mühendisleri toplanmış dünyanın seyrini değiştirecek bir olaya kafa yoruyorlar diye düşünüyorsun.Sorgulamalar başlıyor tabii inceden.Ağzına kadar çektiğin kravata küfür ediyorsun.Kışın giydiğin kumaş pantalona lanetler yardırıyorsun.Toplantılarda arızalar çıkartıyorsun.Ama işler iyiyse hep sırtında bir el oluyor.O el işte senin sırtını sıvazlamak suretiyle Thai masajı yapıyor.Kulağına aslansın,kaplansın diye fısıldıyor.Böyle gidersen hemen yükseleceğini ve şirkette önün açık olduğu söyleniyor.Ve sen belli bir müddet buna inanıp hadi ya kaplanım ben dimi diyip yine eşşek gibi çalışmaya devam ediyorsun.Arada bir de olası gazını önceden almak için seni yurt dışına eğitime gönderiyorlar.(sana yatırım yapıyoruz mesajını işliyorlar beynine sanki kendi cebinden veriyor parasını hayvan oğlu hayvan diyip yine de bedava sirke baldan tatlıdır hesabı gidiyorsun eğitime).Dönüşünde yeni bir görev teklif ediyorlar,terfi alcaksın diyorlar maaşınada zam diyorlar.Diyosun ki tamam bu adamlar iyi insanlar ve benim iyiliğimi düşünüyorlar.Güzel bir zam telaffuz ediliyor(evet sadece telaffuz ediliyor.)Ay sonu bordronu alıp baktığında kıçında bir yanma,bir sıcaklık hissediyorsun.Hemen en yakın su sebilinden bir soğuk su içiyorsun amanafile hararet kesilmiyor.Gidiyorsun yöneticinle konuşmaya.Vaad edilen maaş artışını almadığını söylüyorsun cevap şu oluyor ''Vergi diliminde bir üst dilime geçtiğin için kesinti fazla oluyor''.''Vergi dilimi'' ne kadar naif,zararsız küçük bir civciv gibi görünüyor değil mi? işte o tamlama senin tamamen uyanmana sebep oluyor işte.Verdiğin emek,geçirdiğin yıllar,şirket içi entrikalar,özel hayatından yaptığın tüm fedakarlıklar bunların hepsi onların yanlarına vergi dilimi kesintisi olmaksızın kar kalıyor.Hani ben kaplandım diyorsun anlıyorsun ki sen kağıttan kaplanmışsın.Bu dönemdeki kurumsal hayatın tanımı sırta yapılan Thai masajıyla adam çalıştırmaktır kısaca.Acı ama gerçek.Bu ilk yazımda olası imla hatalarım için hepinizden özür dilemeyi borç bilirim.Anne babaya çok selam.İyi günler.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)